İlim kitaplarda yazılı olanla sınırlı değildir
Seyir Defteri | Bölüm 6 | 14 Şubat 2008 | 40′ 18”
İslâm’ı mutlaka doğru anlayan, doğru tatbik edenler var ama genel davranış biçimlerine baktığımız zaman bugünkü müslüman cemiyetinin İslâm’ı yaşadığını söyleyemiyoruz. Herşeyden önce birlik beraberlik yani tevhid yok. Bu bir iman zaafiyetidir. (03:15)
Sohbette ve sözlü kültür aktaramında yanlışlık olma ihtimali var da, yazılı da yok mu? Hadisler Kütüb-ü Sitte’de yazanlardan mı ibaret? Maalesef yegane delil olarak yazıyı, belgeyi görenler başka hadisleri inkar ediyorlar. Halbuki Efendimiz Aleyhiselâmla kalp rabıtası kurabilenler O’na sorabilirler “Siz bu hadisi buyurdunuz mu” diye… Böyle adam var… Osmanlı İradesinde bir adet vardır, yaşlı, hizmetinden yeterinde istifade edilemeyecek hale gelmiş veya kendi talip olmuş harem ağaları Mekke’ye ve Medine’ye gönderilirler, orada Kabe’nin ve Ravza’nın hizmetinden bulunurlar. Bunlardan ayrı özellikle Sudan’ın bazı köylerinden gönüllü olarak yetiştirilip Haremeyn’e hizmet eden insanlar vardır. III. Sultan Ahmed Han döneminde, Sultan’ın nazlılarından bir harem ağası izin alarak Haremeyn’e gider, birkaç zaman sonra da döner. Padişah Ağa hazretlerine sorar “Orada bulunduğunuzda şahid olduğunuz fevkâladelikleri anlatabilir misiniz?” Ağa anlatır, “Sultanım, oradayken adet edinmiştim, akşam namazı ile yatsı namazı arasında ziyarete gelmiş yabancılardan birkaçını eve götürür yemek yedirirdim, birgün yine yabancı bir zat akşam ezanından sınra Şebeke’ye yapışmış ama dua etmiyor, Kur’an okumuyor, mırmır birşeyler konuşuyor, duruyor tekrar birşey söylüyor… Bu zatı biraz seyrettim, biraz sonra normal usûl ile geri çıktı, selam verdim yanına yaklaştım ve eve davet ettim, bana şöyle bir baktı, kiminle müşerref oluyorum dediğimde “ben Köstendil müftüsü Ali Alaaddin-î Halvetî” dedi… Davetime icabet edemeyeceğini, yatsıya Köstendil’e yetişmesi gerektiğini söyledi. Köstendil bugünkü Bulgaristan hududunda bir kasaba… Ne oldu diye sorduğumda da şöyle dedi: “Bir sohbet sırasında bir hadis-i şerif münakaşa konusu oldu, en iyisi gidip kendilerine sual edeyim diye buraya geldim, kendilerine sual ettim, cevabı aldım ve gidiyorum” dedi bana… En acayip hadise bu Sultanım…” (04:35)
Bu demektir ki, bütün hadisler Kütüb-ü Sitte’de yazılanlardan ibaret değildir. Birtakım münakaşa konusu olan hadisler var. Medine’de bir hadis alimine bu münakaşalı hadisleri sorduk, oranın baskısından o kadar bunalmış önce etrafına baktı sonra “sahih” dedi. Rejim bunu söylettirmiyor, ilme müdahele eden rejim olmaz, yıkılır. Nasıl hadisler bile mevcut kitaplarda yazılı olanlarla sınırlı değil ise ilim de mevcut kitaplarda yazılı olanla sınırlı değildir. Kitaba girmemiş nice ilimler vardır, kitaba girmesi caiz olmayan ilimler de vardır. İlmsi sima diye bir ilim vardır… İlm-i Hal diye bir ilim vardır, namaz oruç ilmihalinden bahsetmiyorum, hâl ilminden bahsediyorum… Bunlar kitaba gelmez… Tasavvuf da öyledir, kabul ve reddedilir bir ilim değildir, bir hâldir… (11:15)
Allah insana insandan tecelli eder. Kur’an-ı Kerim’de insanın ne olduğunu doğru anlamamız lazım. Her insan halifetullahdır, her insanda “Allah’dan ruh” vardır. Müstahlef yani halife kılan, kendini halifesinde belli eder. Allah mekandan münezzehtir ama dua ederken semaya bakılır, semaya bakılması demek Allah gökyüzünde değildir. Semaya bakarak dua edenleri Allah orada mı ki diye eleştirenler zavallı cahillerdir. Bilmiyorlar ki bu şekilde dua sünnettir, kıblenin Kabe olduğunu anlatan ayetin bir evveline bakalım, “Ey Habibim, sen gözlerini semaya dikilmiş halde dua ediyordun…” der o ayette… Demek ki Cenab-ı Allah’ın azameti tecelli ettiğinde insan gayri ihtiyari insan yukarı doğru bakıyor. Bu Allah’a mekan ittihaz etmek demek değildir. Efendimiz bir duasında o kadar coşuyor ki elleri kalkıyor kalkıyor omuzundan dik çıkacak hale geliyor, öyle ki elbisesinden koltukaltları böğürleri gözüküyor… Bu bir çoşkunluk ifadesidir. Hz. Mevlâna’nın semaında niye elini açıyor ki, o da bir coşkunluk ifadesidir, Resûlullah Efendimiz’in dua ederkenki coşkunluğunun bir yansıması gibidir Hz. Mevlâna’nın kol açması… Cenab-ı Hakk Cebrail Aleyhisselâmı daha çok insan halinde göndermiştir. Çünkü insan halifetullahtır. Kafirlik bir sıfattır, değişebilirdir, zata halel getirmez. (24:50)
Padişah oğlunun her ilmi öğrenmesini istemiş, ne kadar üstad varsa bütün ilimleri talim ettirmişler. Hatta cifr ve gayb denilen eşya kaybetmekle ilgili ilmi bile tahsil etmiş. Padişah demiş ki şu oğlanı bir imtihan edeyim, yüzüğünü çıkarmış avucunun içine almış, bil bakalım oğlum demiş, elimde ne var? Şehzade düşünmüş düşünmüş değirmen taşı demiş. Padişah çok sinirlenmiş, bu ilmi öğreten hocayı çağırmış, kellenizi alacağım sizin demiş. Hoca anlatmış “Padişahım, ben sizin oğlana sizin avucunuzda yuvarlak, ortası delik birşey olduğunu öğrettim, ama bunun değirmen taşı olamayacağını öğretemem, çünkü irfansız” Avucun içine değirmen taşı sığmaz, anca yüzük sığar, bu öğretilmez, bu irfandır. Türk toplumu olarak çok önemli bir noksanımız var, biz bir yazı devrimi yaşadık ve ne yazık ki insanımızın istifadesine çok elverişli pek çok kitabımız henüz latinize edilmedi. Bu eserlerin bugünkü yazıya aktarılıp bugünün insanına kazandırılması için çok ciddi bir faaliyet lazımdır. Bunun yanısıra çok ciddi yüksek lisans ve doktora tezleri var, bunların yayınlanması için artık vakıf mı kurulur, yök mü basar, bu bilgilerin yayınlanması lazımdır. (33:30)