Akif Bey ve Çanakkale Şehitleri

On 23 Mart 2016

Seyir Defteri | Bölüm 62 | 19 Mart 2009 | 49′ 04”

Çanakkalesiz Mehmet Akif olur da, Mehmet Akifsiz Çanakkale “az” olur. Çünkü Mehmet Akif çok büyük bir şairdir. Sözleri hem şiiriyyet hem de bilgi ihtiva eder. Çanakkale Şehitleri için yazılan o büyük eser müstakil bir eser değildir, Safahat’ın içinde bir şiirdir, çoğu kimse bunu bilmez. Safahat’ı lise seviyesi bile doğru dürüst bilmiyor. İstiklâl Marşı kendi kitaplarına girmemiştir Akif Bey’in, çünkü “benim değil milletimin malı” demiştir. İthafı da “Kahraman Ordumuza’dır”.

Akif Bey, İstiklâl Marşı için TBMM’nin para ödülü belirlemesi üzerine “para için İstiklâl Marşı yazılmaz deyip” yazmayı kabul etmemiştir, kendisi de ciddi bir edebiyatçı olan, o zamanın Maârif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in ısrarı ile yazmıştır ve yine de TBMM’den çıkan ödül parasını kendisi almamış, bağışlamıştır. Akif Bey böyle bir namus timsali bir adamdır. (03:00)
Akif Bey’in çok sevdiği dostları vardır, bir de çok sevdiği talebeleri vardır. Akif Bey öğretmen değildir ama bizim Osmanlı terbiye sistemimizde kültür dolu insanlardan özel istifade etmek hali vardır. Bu ne yazık ki sonraki dönemlerde kalmadı. Son örneklerden biri Nurettin Topçu’dur.
Akif Bey’in bu dostlarından birisi Kandilli Rasathanesinin kurucusu Fatin Hoca’dır. Fatin bey de Üsküdar Tunusbağı’nda oturuyor, Akif Bey de başka bir yerde. Birgün bir yerde buluşmak üzere sözleşmişler ancak sözleşme günü İstanbul’da adeta kovadan boşalırcasına yağmur var. Fatin hoca, “bu havada gelinecek gibi değil” deyip başka bir iş için yakın bir yere gitmiş. Biraz sonra kapı çalınmış, Fatin Hoca’nın kızı açmış kapıyı. Akif bey babasını sorunca kızı “Siz bu havada gelmezsiniz diye falanca yere kadar gitti” deyince “benim sözümü tutmayabileceğimi düşündüğü için kendisine teessfülerimi söyle” demiş ve dönmüş gitmiştir. Akif Bey bu olay üzerine iki sene Fatin bey ile dargın durmuştur.
Bu, Kur’an-ı Kerim’de yer alan “müminler sözlerini yerine getirirler” tarifidir. Akif Bey’in yaşantısı da böyledir. Ne yazık ki Akif Bey’in söylediklerini anlayacak irfana sahip olmayanlar Akif Bey’in bazı lakırdılarını anlamayıp ona tân etmektedirler. “Bedrin aslanları ancak, bu kadar şanlı idi” mısrasını anlamayanlar vardır. “Ağzım kurusun yok musun ey Adl-i İlahi” mısraını anlamayanlar vardır.
Avam Allah’a isyan eder, havas Allah’a nazlanır, aradaki farkı avam anlamaz. (04:55)
2007 Şubatında basılmış bir kitap var, Safahat ve Bugünkü Türkçesi diye… Bu, toplum olarak kültürümüzün ve lisan bilgimizin ne kadar aşağıya indiğinin, yerlerde süründüğünün göstergesidir. Akif’in Türkçe’sini anlamayacak kadar Türkçeyi unuttuk mu? Akif Bey’in lisanı günlük konuşma dilidir.
“Geçen akşam eve geldim. Dediler:
– Seyfi Baba
Hastalanmış, yatıyormuş.
– Nesi varmış acaba?
– Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah.
– Keşki ben evde olaydım… Esef ettim, vah vah!”
Bu Akif Bey’in şiiridir. Bu kadar sade konuşma lisanı ile şiiriyet içerebilmek yanısıra
“Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi!”
diyecek kadar bir fukaraya maddi yardımda bulunamamanın sıkıntısı ile vecize gibi de söz söylemiştir. Bu zatın Türkçe’sini anlamıyoruz, sadeleştirmek için kitap basıyoruz, vah bize vahlar bize!..
Akif Bey’i anlamıyoruz, sonra Şeyh Gâlipler’i, Fuzûlîler’i, Nedîmleri anlayacağız öyle mi? (07:35)
Son zamanlarda sadece hamasetten bahsediyoruz, bu gözümüzü boyuyor ve derinlere inmemize fırsat vermiyor. Sloganlaşmış bir laf var: Çanakkale Geçilmez. İyi de, 16 Mart 1920’de Şehzade Karakolunu basıp uyuyan neferleri öldüren İngilizler nereden geldiler? 1915’de geçilmeyen Çanakkale 1918’de geçildi. Oradaki binlerce şehidimizin sonunda bir mütareke ile -zaten Çanakkale harbinin gayesi İstanbul’a gelmekti- İstanbul’a geldiler. Toplarını da devletin sembolü olan Dolmabahçe ve Yıldız Saraylarına döndürmüşlerdi. İstanbul Boğazı gibi daracık bir yere düşman donanmasının nasıl girdiğini öğrenmeliyiz. Niçin 1918’de Çanakkale Boğazı’nda Mecidiye ve Hamidiye tabyalarından top atılmadı ve niye mütareke oldu hiçbir yenilgimiz olmamasına rağmen?
Çanakkale’yi biliriz ama Kutü’l Ammare’yi bilmeyiz. Kim biliyor Halil Paşa’nın İngiliz’i bugünkü Irak’ta perişan ettiğini? (10:55)
Bir takım tarih, vatan ve millet kavramından uzak, bugünkü pozisyonu ezelden beridir gelen bir pozisyon gibi kabul edip konuşanlar var. Efendim, Türk çocukları Yemenler’de, Bosnalar’da ziyan oldular diyorlar. Bosna benim vatanımdır, Yemen benim vatanımdır. Benim vatanım Lozan’ın çizdiği siyasi sınırların dahili değildir.
Dinleyicilerimizden bir ricada bulunuyorum, Çanakkale’ye gitsinler, Gelibolu’ya gitsinler, şehitlikleri ziyaret etsinler ama şehitliğin dışında durup Kur’an-ı Kerim, Fatiha, Yasin okumakla yetinmesinler. Bütün şehitliklerde şehitlerimizin isimleri, doğum tarihleri ve yerleri var. Doğum yerlerine dikkat etsinler, Yemenli, Bosnalı, Sivastopollu, Halepli, Bağdatlı şehitlerimiz var. Taifli bile var. Yerini de söyleyeyim, Nureddin Baransel’in yaptırdığı körfeze doğru bakan şehitliktedir.
Bugün Makendonya’daki, Kosova’daki, Bosna’daki müslüman kardeşlerimiz her 18 Mart’ta ve 25 Nisan’da otobüsler dolusu Çanakkale’ye geliyorlar. Çünkü onların da dedeleri var bu topraklarda. (14:20)
Son zamanlarda toplumumuzda bir hastalık var, kendi değerlerimizi yabancıların takdir ölçülerine göre kıymetlendiriyoruz. Ben de bu zihniyette olanlara paralellik olarak şöyle söyleyeceğim; İngiliz Birleşik Orduları Kumandanının bir sözü vardır, “Bizi Türkler’in maddi gücü değil, manevi gücü yenmiştir çünkü silah atacak barutları bile yoktu”. Çanakkale ruhu bir maddi gücün bir başka maddi güç ile karşılaşması değil tamamen bir manevi gücün maddi gücü berbat etmesidir. Çok pahalıya mal olmuştur. Çanakkale’nin pahalılığı şudur: Alimler, sanatkârlar, cemiyetin bel kemiğidir. Bunlar herkesin yapacağı işleri yapmaktan ayrılırlar. Çanakkale’de Osmanlı dönemi gençliğinin kaymak tabakası yok olmuştur. Mesela İstanbul Erkek Lisesinin son sınıfı olduğu gibi şehittir. Sivil Tıp Fakültesinin 4 ve 5. sınıfları olduğu gibi şehittir. 1916 tıp fakültesi mezunu yoktur. Gençlerin yetişmesinde esas söz sahibi olan öğretmenler askere alınmazlar. Bugünkü manada öğretmenler değil, eski manada medreseliler. Medreseyi ne yazık ki kötü diye tanıttılar, medrese tedris edilen yer demektir. Bir örnek vereyim, kendi ailem olduğu için değil çok yakinen bildiğim için, Bursa İsmail Hakkı Dergahı Şeyhinin oğlu… 24 yaşında Çanakkale şehididir, altı lisan biliyor. Arapça, Farsça, Latince, İngilizce, Fransızca, İtalyanca.
İki sene sonra İstanbul’a girecek olan müttefik donanmasının girmesine mani olamadı ki ölme ile… Politikacılar, beceriksizler, hainler yüzünden… Biz Çanakkale şehitlerinin yüzüne bakacak yüze sahip değiliz. Çünkü onları orada toprağa gömdük, hala kahramanlıklarını konuşup havanda su dövüyoruz ama onların uğruna can verdiği İstanbul’un işgal edilmemesini temin edemedik. (25:10)
Çok şükür ki daha sonra aynı Çanakkale Harbinin devamı mahiyetinde 1919’un Mayısında İzmir’de, Martında Güneydoğu Anadolu’da düşmanla mücadele devam etmeye başladı. Adeta 1922’ye kadar. Dolayısı ile İstiklâl Harbinin Çanakkale’nin bir devamı olduğunu kabul etmek lazımdır. Çünkü İstiklâl Harbinde karşımıza gelen Yunan’dan ibaret değildir. Yunan İngiliz’in maşasıdır, onlarda o kadar silah ne gezer. (29:50)
Çanakkale’nin pahalılığı kültürlü, ilim ve sanat sahibi kaymak tabaka insanlarının yok olmasıdır. Onun için Çanakkale’den sadece on sene sonra en önemli kültür kurumlarımız sonlandırılmıştır. Eğer o kadro olsaydı o müesseseler devam edecekti. (31:30)
Finlandiyalı bir dil alimi vardı, otuz küsür lisan biliyor. Onun tespiti: Türkçe kadar üzerinde manâ oyunları yapmaya elverişli dünyada başka lisan yok. Türkçe’de vurgu farkı ile mana farkı ortaya çıkar.
“Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi” (Bedrin aslanları dedikten sonra duraklayıp ancak’a vurgu yaparak) diye okursan manâyı anlamazsın. “Bedrin aslanları ancak, bu kadar şanlı idi” (Duraklama “Bedrin aslanları ancak” dedikten sonra olacak, vurgu ilk 3 kelimeye) dersen manâyı anlarsın. Birinde Bedrin Aslanları kadar Çanakkaleliler şanlıdır anlamı çıkar, diğerinde ise Çanakkale o kadar şanlıdır ki Bedrin Aslanları da onlara benzer manası çıkar. Teşbih eden ile edilen farkı “ancak” kelimesindeki vurgu ile değişir. Asıl manâ şudur; “Bu Çanakkale Aslanları o kadar şanlı ki ancak Bedrin Aslanları ile ölçülür…” Bu Çanakkaleyi yükseltmek içindir, Bedir zaten yüksektir. Bunu böyle anlamayıp Akif Beye dil uzatanlar var. Türkçe bilmeyip, vurgu bilmeyip Akif Beye dil uzatmak kimsenin haddi değildir. (33:10)
Akif Bey’in gözünde Çanakkale Şehitleri öyle büyük ki… Çünkü müslümanların üzerinde durması gereken nokta tevhiddir. Irksal, âdetsel vs her türlü ayrılık sebebi İslâm’a aykırıdır.
“Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i…
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab…
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
“Seni ancak ebediyetler eder istiab” diyerek ayet söylüyor, farkındalar mı acaba? “Allah yolunda ölenlere ölü demeyiniz, onlar diridirler fakat siz bunun şuuruna varamazsınız” ayetini söylüyor…
“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.”
 
Allah o şehitlerimizin yüzüne bakacak surat ihsan etsin bize. (37:50)
Günlük hayatın bazı empozeleri ile Çanakkale’deki yerleşim, Alman tesiri, cephe kumandanı vs, bunlar bilinmiyor. Muhtelif vesilelerle bu konu açıldığında soruyorum, Çanakkale komutanı kimdi diye… Mustafa Kemal Paşa’yı söyleyenler var, iyi de Mustafa Kemal Paşa o zaman yarbaydı. Esad Paşa’nın ismini bilen yok, Vehip Paşa’nın ismini bilen yok… Liman von Sanders sonradan gönderilmiştir, o kadar ahım şahım bir adam değildir.
Almanlar o kadar Enver Paşa’yı şişirmişlerdir ki Enverland yani Enveristan, Enver’in toprağı diyorlar bu topraklara. Enver Paşa iyi adamdır, hoş adamdır, çok müslüman adamdır, çok terbiyeli adamdır, yüzüne baksan yüzü kızarır, bunlar tarihi gerçeklerdir ama politikası berbattır.
Madem ki Allah yolunda ölenler ölü değildir, biz onlardan dileyelim ki, bizi daha şuurlu, bilgili, tefekkürlü insanlar olmamıza yardım etsinler, himmet etsinler, liyakatle değilse bile onlar bizim büyüklerimizdir, büyüklerin küçüklere himmet etmek adetleri vardır. Biz de o adetten istifade edebilecek hale gelelim inşallah. (45:15)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir