Akıl “nasılını”, gönül “nedenini” sorar

On 9 Mart 2016

Buluşma Noktası 1. Bölüm | 29 Ocak 2016 | KANAL 35 | 75′ 39”

Anadolu’nun birçok yerinde perşembe günü akşamı, yatsı namazı ezanından önce cuma gecesini ilan eden sâlâ okunuyor. İstanbul’da okunmuyor, nedenini bilmiyorum. Çok da şaşmıyorum, çünkü bu millet dinine sahip çıkmakta noksan davranıyor. Din yaşam kurumu olmaktan çıkarılmış, tapınma dini haline indirgenmiş.

1932’den 1950’ye kadar Türkiye’de ezan okutulmadı, bu topluluk buna da bir tepki vermedi, millet diyemeyeceğim. Böyle bir eksikliğe tepki vermeyen insan toplumunun adı millet değildir. Ağır oldu, hafif olduya bakma, doğru mu yanlış mı ona bak!..

Aleyhisselâtu Vesselâm Hazretlerine sâlâ okumak Asr-ı Saâdet’te yoktu diye cevap veren resmi makamlar var. Şunu sormak lazım, Asr-ı Saâdet’te mushaf-ı şerif var mıydı? Efendimiz mushafdan Kur’an okumadı diye mushafdan okumayalım mı?

Bakmayın, tenkid ederiz ama başkasına da Milletimize laf söyletmeyiz. Türk Milleti Millet-i Âzime’dir. Efendimiz’e en büyük tâzimkâr müslüman topluluğu Türkler’dir. Fütühât-ı İslâmiyye bayraktarlığı, Emeviler’in biraz Kuzey Afrika’daki fetihlerinden sonra asırlardır Türkler’in elindedir. Bütün Hindistan Gazneli Mahmut Hazretleri ve Babürşah ile müslüman olmuştur. Bütün Rumeli Türklerle müslüman olmuşlardır. Babür çok önemli bir Türk şahıdır. Onun Babürnamesi bir Türkçe şaheseridir. Ne yazık ki toplumumuz bu değerlerinden haberdar olmadığı için bunları her fırsatta ortaya koymak lazımdır. (Not: 4 Şubat itibari ile İstanbul da Cuma gecesi sâlâ nimetine kavuştu çok şükür) (03:00)

Rızkı yalnız para kazanmak ve bedeni beslemek zannediyoruz. İyi bir eş en hayırlı rızıktır. Hayırlı ve meşrebi uygun evlat en büyük rızıktır; salih arkadaş, iyi öğretmen hep rızıktır. Mideden bağlılık bütün mahlukatta vardır, insanı sâir mahlukâttan üstün kılan şeyler talepleridir.

Efendimiz’e salavât etmeyi emreden ayette Allah ve meleklerinin Efendimiz’e her daim salatta olduğu belirtilir, “yusâllûne” ettiler değil, ederler demektir. Bunu yardım etmek gibi tercüme etmek küstahlığında bulunan cühela takımı var. Allah’ın ve meleklerinin sâlâ etmekte oldukları yani övmekte oldukları Hazret-i Peygamber’e kulların bu işi yapması halifetullah olan insanların Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanması demektir. Her insan Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmalıdır. (11:45)

Her şey Kur’an-ı Kerim’den öğrenilmez çünkü Allah insana insandan tecelli eder, kitaptan değil. Cebrail Aleyhisselâm Efendimiz’e milyon defa gözüktü ise (her gözüktüğünde ayet getirmiyor, lafı tersinden anlamaya meyyal o kadar adam var ki) bunların 999 bininde insan suretinde gözükmüştür.

Akıl nasılı sorar, gönül nedenini sorar. Sema ederken dışarılarda şu suale çok maruz kaldık, nasıl dönüyorsunuz, bir kere dönmeyiz, sema ederiz ayrı mesele ama ne zaman ki neden dönüyorsunuz diye sorarlar o zaman işi anlamaya başlarlar. Dünyanın neden yaratıldığının tefekkür edilmesi Hz. Allah’ın Kitab-ı Kerim’inde mümin tarifinin bir maddesini daha yerine getirmeyi kazandırır çünkü müminler tefekkür ederler. (16:00)

Devlet büyüklerinin karşısında özel lisan kullanıyoruz, kahvehane lisanı kullanmıyoruz, peki Allahu zü’l Celâl’in huzurunda ve Habibi’nden bahsederken kahvehane lisanı ile mi konuşacağız? Efendimiz’in satveti, hürmeti, tâzimi, tâzizi, tekrîmi bir kaymakam kadar yok mu? Misafire kahve içer misin diye sorulmaz, orta bir terbiye nasıl içersiniz diye sorar, ince bir terbiye 4 tane kahve getirir, “Efendim bu sade, bu az şekerli, bu orta, bu çok şekerli, hangisini tercih buyurursunuz” diye ikram eder. Bu derviş terbiyesidir. Dergahlara ilk misafir gelen şeyh efendi veya devlet adamına daima 4 kahve çıkarılır. Müslümanlık zaten ince insanlıktır, biz insanlığımızı kaybettik, daha müslümanlığa sıra gelmedi. (22:50)

Allahu zü’l Celâl bilinmeyi murad etti. Bazı nazlılar “Sen olmasaydın, ben olmazdım, ben olmasaydım Sen bilinmezdin” demişlerdir. Allah’ın böyle nazlıları vardır, biz dersek ağzımıza biber sürerler.

Bu murad etme sonunda bir hâlk, yaratılış başladı. Rabbi Teâla kendi nurundan bir nur ayırdı ve o nura “Kün Muhammedâ” dedi. O nur insan şeklinde tecessüm etti. Onun için insanın şekli mübarektir, onun için insan yakılmaz. Diştir, apandisittir, alındığı zaman bunların gömülmesi lazımdır, üstelik tazimle gömülmesi lazımdır. Ebu Cehil, Efendimiz’in can düşmanı olduğu halde Bedir’de geberdiği zaman diğer ölen müşriklerle birlikte Efendimiz tarafından gömdürülmüştür, kurda kuşa yem edilmemiştir. O beden Nur-u Muhammedî’nin şekline hâvidir. Buna karşılık Uhud’da Hz. Hamza’nın şehadeti ile birlikte ortaya çıkan şaşkınlık üzerine Uhud vadisinin ağzında yerde şehit olarak yatanların yanına gelen başta Ebu Sufyan’ın karısı, Muaviye’nin annesi Hint olmak üzere müşrikler şehitlerin kulak, burun ve dudaklarını kesip ipe dizip boyunlarına kolye diye takmışlardır. Bu ne vahşet!.. Bu vahşet sade o zamanda mı? Bugün Avrupa medeniyeti diye hayran olunan zenginlik, medeniyet değildir!.. O zenginliğin kaynağı hırsızlıktır. (26:30)

İnsan şeklinde tecessüm eden Nur-u Muhammedî tekellüm etti: “La ilâhe illallah”. Allahu zü’l Celâl Hazretleri cevap verdi: “Muhammedün Resûlullah”. Yani, “La ilâhe illallah” kelime-i tayyibesi mahluk lafıdır, “Muhammedün Resûlullah” kelime-i celîlesi Allah kelâmıdır. Keza Fetih suresinin son sayfasının birinci kelimesi “Muhammedün Resûlullah”tır. Zaten Kur’an-ı Kerim aynı zamanda vakti ile olanları da anlatır, ama herkese değil… Kur’an-ı Mübîn açıktır, doğru açıktır ama senin gönlün ne kadar açıksa o kadar açıktır.

Efendimiz yegane anahtardır, O’na yakın olsak Kur’an da bize açılır. Hz. Ebubekir Efendimiz Efendimiz’e çocukluğundan beri çok yakındır. “Ben size nimetimi tamamladım, din olarak da İslâm’dan razı oldum” ayeti gelince bütün ashab seviniyor Rabbimiz bizden razı diye ama Hz. Ebubekir ağlamaya başlıyor. Niye ağlıyorsun dediklerinde Hz. Ebubekir “din tamamlandı ise peygamberin vazifesi bitmiş demektir, vazifesi bitmiş peygamber dünyada durmaz, Efendimiz yolcu, ona ağlıyorum” demiştir. İşte, ayet 1 tane gelmiştir ama ashabdan 1 kişi anlıyor, bu da arayı iyi etmeye bir misaldir. (34:50)

Şeytan Huzur-u İlahi’den ve Rahmet-i İlahi’den niye kovuldu? Allah’ın emrine muhalefet ettiği için diye biliyoruz değil mi? O zaman böyle bilenlere soralım, Hz. Adem cennette yaklaşmaması gereken ağaca yaklaşarak Allah’ın emrine muhalefet etmedi mi? İkisi de Allah’ın emrine muhalefet değil mi? Demek ki Rahmet-i İlahiden mahluku kovduran şey günah değildir, edepsizliktir. Çünkü şeytan bu hatasını Allah’a yükledi, Hz. Adem ise “Biz nefsimize zulmettik” dedi. Nefse en büyük zulüm Allah’ın emirlerini dinlememektir. Öyleyse İslâm’da edep amelden üstündür.

Tarik-i Rıfaiyye’de bürhan denen bir hal vardır, şiş batırma gibi. Bir takım ağzı karalar İslâm’da vücuda eziyet etmek yok diye itiraz ediyorlar. Bu eziyet değil ki, tatmadın bilmiyorsun, gel senin yanağına şişi sokayım, acır mı acımaz mı anla!.. Bu Rabbü’l Âlemîn’in iki kere iki dört eder gibi kaidelerinin her zaman geçerli olmadığının, Allah’ın kendi koyduğu kanunlara tabi olmak mecburiyetinde olmadığının bir göstergesidir, bıçak kesmez, Allah keser. (40:10)

Hucurât Suresinde “Habibim huzurunda sesinizi O’nun sesinin üzerine yükseltmek gibi bir terbiyesizlikte bulunursanız (bu bir misaldir, kendi aranızda sıradan bir kimse gibi O’ndan bahsederseniz, arkasından bağırarak seslenirseniz anlamları da vardır, bu aynı zamanda O’nun getirdiği hükümlerin üstüne hüküm verirseniz de demektir)  amellerinizi yok farzederim” diyor Cenab-ı Allah. Burada belirtilen edepsizlik Efendimiz’in Zât’ı ile sınırlı değildir, Ezvâc-ı Mutahhara’ya, Ehl-i Beyt-i Mustafa’ya, Evlâd-ı Resûlullah’a, Ahfâd-ı Resûlullah’a, Efendimiz Hazretleri’ne kandan gayrı bağlı olanlara yapılan saygısızlıklar da aynı kaideye girer. Senin yavruna birisi hakaretâmiz sözler söylese için cız etmez mi? Resûlullah’ın merhameti senden az mı? Resûlullah’ı üzen Allah’ı üzmüştür. (48:40)

İnsan yaptığı her şeyi beden adresinde yapar. Vali Bey’i ziyaret için vilayet makamına gidilir, ama Vali Bey başka bir yerde olabilir. Dolayısı ile makamı mekandan ayırmak gerekir. İnsanın bedeni insanın hem mekanı hem makamıdır. Bu bedende bir takım maddeler vardır, bunun aslı topraktır. Şeytan cin taifesindendir, şeytanın yaratılışının asli unsuru ateştir, yani enerjidir. Adem Aleyhisselâm’a secde ile emrolunan şeytan ne Nur-u Muhammedî’ye, ne halifetullahlık sıfatına, ne Esma-i İlahi’ye bakmamıştır, baktığı nokta sadece materyal, “beni ateşten yarattın, onu karılmış topraktan yarattın, ateş topraktan üstündür dolayısı ile ben ondan üstünüm, secde etmem” demiştir. Yani Adem Aleyhisselâm’ın maddesine bakıp hüküm vermiştir, bundan dolayı kâinattaki ilk materyalist, en kıdemli materyalist şeytandır. (54:25)

Kazasker Mustafa İzzet Efendi Abdülhamit Han dönemine kadar yaşamış ve o dönemde en kıdemli ilim adamı olarak Reisü’l Ulema sıfatı ile Abdülhamit Han’a ilk biat eden kişidir. Aynı zamanda büyük bir ney virtüözü, bestekar, hattattır. Kazaskerliğin ne olduğunu pek bilmiyoruz, Şeyhülislâm mareşal karşılığı ilmi rütbedir, orgeneralin üstü, mareşalin altı iki rütbe vardır, kazaskerlik bu rütbelerdendir.

Her kazasker rütbesinde olan fiilen Anadolu veya Rumeli kazaskeri olmaz. Osmanlı Devleti bir Avrupa Devletidir. Dolayısı ile Rumeli Kazaskeri Anadolu Kazaskerinden üstündür. Mustafa İzzet Efendi Rumeli kazaskerliği yapmıştır. Onun hat olarak büyük levhalar halinde hilye-i saadetleri vardır, o hilye-i saadetlerin göbek altında genellikle “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn” ayet-i şerifi yazar ama bazen de “Levlake levlake lemâ halaktü’l-eflâk” yazar. Kazasker’in “Levlake levlake lemâ halaktü’l-eflâk” yazan 3 tane hilyesi vardır. Yaşadığı zamanda Osmanlı Devletinin toprakları Basra’dan Bosna’yadır ve bu topraklarda birçok alim vardır, Kazasker öyle bir âlim adamdır. Şimdi bir takım insanlar çıkıyor bu hadis yoktur diyorlar, ben zamanımızın nevzuhurlarına bakmam, tarihe ismini yazdırmış isimlere bakarım. Onun için “Levlake levlake lemâ halaktü’l-eflâk” hadis-i kutsisi vardır!.. (60:20)

Cenab-ı Adem Aleyhisselâm bu günahının affı için pek çok kereler yalvarmasına rağmen sonunda cennetin her köşesinde gördüğü Nur-u Muhammedî adına beni affet dediği zaman af haberi gelmiştir. Yunus Aleyhisselâm’ın balıktan kurtulması, İbrahim Aleyhisselâm’ın ateşten kurtulması, Nuh Aleyhisselâm’ın sudan kurtulması, bunların hepsi Nur-u Muhammedî adına yaptıkları dua iledir. (64:30)

Şimdiki hadisleri inkar modasına tabi değiliz. Ehadis-i Nebeviyye’de “Dualar semada asılı kalır, ne zaman ki duada benim ismim, vasfım, sıfatım zikredilir o zaman Allah katına ulaşır.” buyruluyor.

Hz. Ömer mi çok bilir, şimdiki zevat mı çok bilir. Hz. Ömer “Peygamberlik benimle bitmeseydi Ömer peygamber olurdu” iltifatına mazhar olmuş bir zattır. Hz. Ömer kendi zamanında yağmur duasına çıkıyor, o yağmur duasında Hz. Abbas’ı mutlaka yanına alıyor, dua edilecek yere götürüyor.

Yağmur duasının ritüelleri vardır. Hayvanların yavruları analarından ayrılır, bağırtılır, bebekler analarının kucağından alınır, bağırtılır. Bunların nedeni Allah’ın rahmetini cezbetmek içindir.

Hz. Ömer, Hz. Abbas Efendimiz’i sağına alıp şöyle demiştir yağmur duasında: “Ya Rabbi, bu Resûlullah’ın amcasıdır, onun hürmetine bize yağmur ver”. Vesile yok diyorlar, Hz. Ömer mi biliyor bunlar mı biliyor?

“Ama, türbeden olmaz”. Sen türbedekini ölü zannediyorsan önce kendi beynini dirilt. “Allah yolunda ölenlere ölü demeyiniz” ayetinin nazil olduğu zat olan Efendimiz başta olmak üzere, Allah yolunda ölenler ölü değildir. Ayetin devamında Allah “Onlar benim indimde rızıklandırılırlar ama sizin buna şuurunuz yetmez” diyor. Açık söylersek Allah bize “Buna sizin aklınız basmaz” diyor, biz hala basar diyoruz, Allah’ın mı dediği olacak, bizim mi?

Bu rızkın içine dini ilimler tahsili sırasında tahsili yarım kalıp ölenler de dahildir, onların tahsilleri tamamlanır. Seyr-i sülûku yarım kalanlar da tamamlandırılır. İnanmayanlar İbni Arabî hazretlerine bir baksın!.. (67:00)

Bütün bu sıkıntılardan kurtulmanın yegâne yolunun Efendimiz’e yaklaşmak olduğunu bir kere daha tekrarlayalım. Şunu bilelim ki, biz O’na bir adım atarsak o bize en az on adım atar. (73:00)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir