Yeme İçme Adabı

On 3 Mart 2016

Gönül Dünyamız | Bölüm 39 | 39′ 23”

Yeme içme adabının nasıl olması gerektiği sorusuna cevabı şu ayet çok güzel vermektedir: “Külû veşrabû ve lâ tüsrifû”. Yiyin, için, israf etmeyin. Manası güzel de sevgili Kayserililer buna farklı mana verirlermiş: yiyin, için masraf etmeyin. Bu işin latifesi…

Allahü  zü’l Celâl, Rezzak-ı Alem’dir ama insan da Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. İnsan Allah’ın “Her şeyi sizin için, sizi kendim için yarattım” dediği mahluktur. Dünyada rızık denen, bedenin gıdası bir başka canlının yok olması ile mümkündür yani hayatın devamı hayatsızlık ile mümkündür. Bütün hayvanat, balıklar ölecek ki biz yiyeceğiz, sebzeler, meyveler hakeza… Ayrıca kaynaklar sabittir. Bunun için hiçbir kaynağı israf etmeme yükümlülüğümüz vardır.

Rızkı yalnızca bedenin yiyeceği, içeceği olarak algılamak rızkı anlamamak demektir. İyi arkadaş, iyi zevc ve zevce, iyi öğretmen, iyi öğrenci hep birer rızıktır. İyi öğrenci öğretmen için rızıktır, dediğini anlar, çalışır, ateş gibidir, hatta açmaz sualler sorar. (01:00)

Biz yiyeceğiz, içeceğiz israf etmeyeceğiz ama ikram etmemek de ayrı bir israftır. Kazandık hakettik, helaldir ama sadece kendimiz ve yükümlü olduğumuz kimseler yiyoruz ama ikram etmiyoruz, o da israfa girer. İkram olmadan yenen yemek israftır. Eskiden aileler büyüktü, sofraya tabak koyma adeti yok, ortadan yenirdi. Hijyenik değil diyenlere bir şey diyemiyorum, Allah iman versin der geçerim. Müslümanın artığı müslümana şifadır. Özel olarak hasta ise zaten sofraya oturtulmaz. Ayrıca hijyenin ve mikrobun ne olduğunu kimse bilmezken Efendimiz’in haberi vardı. Medine’de ilk karantinayı Resûlullah Efendimiz yapmıştır. (06:30)

Efendimiz’in yemekten önce ve sonra tuz kullanması her zaman yaptığı bir adeti değildir. Bu hareket sonradan Efendimiz’e mâl edilmiştir. Efendimiz bu sünneti arasıra, genellikle de terleyip tuz kaybedildiği ve vücudun tâkâtinin düştüğü yaz günlerinde yapardı. Efendimiz bu hareketi mutlaka her yemekte yapmamıştır, bu biraz da o sünnete riayet edenlerin Efendimiz hep böyle yapardı diye biraz kendilerine pay çıkarmasıdır, öyle değildir. Resûlullah Efendimiz’i bir yerlere koymayalım, içimize sokalım. “Entefihim”… İçimizde iken bize faydası olur. Bir yerlerde durması ayrı demektir, ayrı olmamalıdır. Efendimizle kavuşmaya bir yere gitmeyeceksin, kendinde bulacaksın. Bunu lafla anlatmak mümkün değildir. (09:30)

Sofrada ortaya konan tastan içilen çorba paylaşım olduğu kadar berekettir de. Bir servis kasesi alın, altı kişilik bir masada o servis kasesinden altıya bölün. O kase bitti… Tabaktaki çorbalar da biter. O kaseyi olduğu gibi ortaya koyun, altı kişi yesin, o çorba bitmeden “çorba yeter” der herkes. Nasıl oluyor bu? Bu kaleme girmeyen bir bereket hesabıdır. Buna Halil İbrahim bereketi derler. Mekke biliyorsunuz hiçbir şeyin olmadığı bir memlekettir, bir zemzem vardır, o kadar. Ama Hz. İbrahim’in duası vardır: “Ya Rabbi, zevcemi ve yavrumu bıraktığım bu mahalli bereketli kıl, ne aranırsa bulunsun.”

Bereket için ikram olması lazımdır. Hz. İbrahim’in sofrasında mutlaka fazla kaşık bulunurdu. Kaşık Efendimiz zamanında da tahta ve kemik olarak kullanılmıştır. Üç parmak ile yemenin sünnet olmasının hikmetlerinden birisi vücudun dışında statik elektrik bulunması ile ilgilidir. Efendimiz bir hadislerinde “Asabilendiğiniz zaman abdest alın” buyuruyor. Asabiyette vücuttaki statik elektrik miktarı yükselir ve her elektrik akımı gibi vücudun uç noktalarında toplanır. Yüzünü, kolunu yıkadığında, burnundan, çenenden, kulak memelerinden, dirseğinden damlayan sularla birlikte statik elektrik boşalır ve rahatlarsın. Su bulamadın, teyemmüm et, malum toprak da geçirgen bir maddedir, toprağa elini koyduğunuz zaman parmak uçlarındaki sivriliklerden statik elektrik boşalır. (11:05)

Ayrıca şu nokta önemlidir, Efendimiz Hazretleri’nin toplumdan doğan davranış biçimleri bize davranış biçimi olarak intikal etmez. O dönemde çatal mı vardı da Resulullah kullanmadı? Hurma ile oruç açmak sünnettir deniyor, değildir!… Sanki Resulullah Efendimiz’in sofrasında kirazlar, erikler, armutlar, avokadolar vardı ama Resulullah hurmayı tercih ediyordu. Başka bir şey yoktu ki. Mesela bizim İznik gölümüzün kuzey kıyısı elma bahçeleri ile meşhurdur, orada da elma ile oruç açmak sünnettir. İzmir’in bağlarında da üzümle açmak sünnettir, bunları doğru anlamak lazımdır. Aralık ayında Konya’da, Hz. Mevlâna haftasında Konya’nın meşhur soğuğunda beyaz giyinmiş bir grup vardı. Sorsanız sünnettir diyecekler ama farkında değiller, beyaz giymek sünnet değildir. İklime uygun giyinmek sünnettir. Resûlullah Efendimiz Taif’de ne renk giyiniyordu? Her zaman beyaz giymiyordu ki? Hicaz toprağında yaşayan, Mekke’de, Medine’de oturan kişi elbette beyaz giyer. Ama mesela kırmızı, yeşil, kırçıldan örülmüş yün, bozdeve yününden örülmüş pelerin gibi üstlük giymesi de var Efendimiz’in. Veysel Karani hazretlerine bıraktığı hırka ne renk? Efendimiz Hazretleri’nin herhangi bir fiilinin aynısının tekrarı sünnet değildir. Sünnete riayet öyle başlar, amenna, fakat tekamül ettikçe Efendimiz bu fiili hangi hikmet altında yapmış, ne düşünmüş, hangi şartlarda yapmış, neyi planlamış, neyi sonuçlandırmak için yapmış, bunları düşüneceğiz, tefekkür edeceğiz, o hikmete uygun hareket edeceğiz. (16:55)

İçmek kelimesinin Arapça’daki karşılığının kökü şerebe’dir. Günümüzde Allah’ın Kur’an’da sadece şaraptan söz ettiğini bu yüzden sadece şarabın haram olduğu, diğerlerinin haram olmadığı gibi saçmalıklar vardır. Üzüm suyundan yapılan sarhoşluk yapan alkollü maddenin ismi şarap değildir, ona biz şarap diyoruz. Her içilecek şey şaraptır. Meşrubat kelimesi de şerebe kökünden gelmektedir. Diğeri müskirattır, sekr verendir. Dolayısı ile sekr vermeyen her içecek şaraptır. Onun için aşka da, kevsere de, zemzeme de şarap denir. (23:30)

Sosyal paylaşım sitelerinde yenilen yemeklerin resimlerini koymak çok büyük görgüsüzlüktür. Ben yiyorum, belki sen yiyemiyorsun. Eskiden evlerden kokulu bir yemek piştiği zaman komşuya dağıtılırdı. Bursa’nın et şeftalisi denilen sadece reçel yapılan bir şeftalisi vardı. O reçel kaynarken mahalle çok güzel kokardı. Şeftali harici reçeller normal tencerede yapılırken şeftali çok daha büyük tencerelerde yapılırdı, çünkü komşulara dağıtılırdı. Kokulu bir yemek piştiğinde etrafa dağıtan bir terbiyeden şimdi yemek resmi paylaşımına geldik. Çok zengin bir adamım diyelim, imkanlarım, param var, önemli bir toplantı sırasında böyle bir resim geldi ve canım çok çekti. İmkanım, param olmasına rağmen o anda o yemeğe ulaşamıyorum. Adam Urfa’da kebap yiyor, ben İstanbul’dayım bana resim gönderiyor? Bu kadar büyük münasebetsizlik olmaz. Afiyet olsun da senin yediğinden bana ne? Resim göndereceğine beni de götür, ısmarla. (25:10)

Zemzemin ayakta içinmesinin nedeni tazimdir. Zemzem kuyusunun başında isen oturarak da içebilirsin. Artık günümüzde bu tazime hacet kalmamıştır. Eskiden zemzem dediğiniz ufacık bir şişe içinde, evin en muteber yerinde yanında bir parça pamukla tutulurdu. Ahiret yolculuğuna çıkacak biri olursa dudaklarına zemzem sürülsün diye… Rahmetli büyük Efendim öyle şaka yapardı, baş ağrısı ile hasta olunmaz, kulağına Yasin, dudağına pamuk yapılıyorsa o zaman hastadır. Şimdi hepimizin evinde zemzem var, hac ve umre yapanlar bidonlarla zemzem getirebiliyorlar. Eski nadirliği kalmadı. Elbette normal suya da tazim edeceğiz ama özel olarak kalkıp kıbleye dönüp her yudumda besmele ile hastalıktan, faydasız ilimden sana sığınırım diye, faydalı ilim, uzun ömür dilerim diye dua etmek halen geçerlidir ama tâzim zemzemin nedretine idi, bugün o nedret yok. Mesela bizim vakıftaki soframızda Ramazan’da zemzem konur, oruç bozmak için ayağa kalkmayız, besmeleyi çeker orucumuzu açarız. Hicaz’da da aynı şekildedir. (30:25)

Suyu üç yudumda içmenin hikmeti şudur, suyun hepsini içerseniz gider oturur ama besmele çektiniz, üç yudum içtiniz, sonra elhamdülillah dediniz, sonra bir besmele daha… Böylece biz bir zaman geçmiş olur. Su ne kadar yavaş içilirse o kadar çabuk hücrelere intikal eder, bu tıbbi bir gerçektir. Ne kadar hızlı içilirse midede birikim yapar.

Zamanın padişahı velileri merak etmiş, onları saraya davet etmiş. Bir tanesi gelmiş. Bir yaz günü, hava çok sıcak, hünkar misafire ne arzu edersiniz deyince misafir zât çok susadığını, su emrederlerse memnun olacağını söylemiş. Su gelmiş, o zât gelen suyu besmeleden sonra bir dikişte bitirmiş. Padişah üç yudumda içmenin sünnet olduğunu biliyor, “veli diye getirdiler, sünnete riayet etmiyor” diye aklından geçirmiş. O zat bardağı bırakmış, “Sultanım bu birinci yudumdu, iki tane daha getiriverin” demiş.

Latife bir yana, bu üçleme tamamen sağlıkla ilgilidir. Allah ve Resûl’ünün bizim yapmamızı istediği, adına sevap dediğimiz şeyler bizim lehimizedir. Yapmamamızı istedikleri şeyler de günahlardır ve bizim aleyhimizedirler. Bunu namaza, oruca indirgemek İslâm’ı anlamamaktır. İslâm bir yaşama biçimidir, kuru bir inanç sistemi değildir. Velhasıl, yeme içme konusunda da yegane örneğimiz Efendimiz hazretleridir. İsraf etmekten çok fazla kaçınmamız ve çok ikram etmeye çalışmamız lazımdır. (35:10)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir