Nefis Mertebeleri

On 20 Şubat 2018

Seyir Defteri | Bölüm 177 | 23 Haziran 2011 | 47′ 48”

Akıl, nefis, ruh soyut kavramlar olduğu için ne bir kitap okumakla, ne fakir gibi bir kişiyi dinlemekle çözülecek, idrak edilecek konulardır. Çok kitap okunacak, çok kişiye sorulacak, bunların muhassalası çıkarılacak. Şunun gibi, diyelim ki bir zeytinliğe gireceğiz, her ağaçtan olmuşlarını toplayacağız, onları prese koyacağız, yağını çıkaracağız, o yağ bizim olacak, ama o yağı temin için o ağaçlar dolaşılacak, olmuş olan taneler seçilip toplanacak, prese gidecek, süzülecek… Ben bir tane ağaçtan toplayayım dersen sonuç lezzetsiz olur. Hiçbir zeytinyağı tek ağaçtan toplanmaz. İyi çay harman çaydan demlenir.

Eskiden tahmisci denen açık kahveciler vardı. Bunlar yeşil çekirdek de satardı, kavrulmuş çekirdek de. Bazıları yeşil çekirdek alıp kendi istediği miktarda kavurur, istediği miktarda çekerdi. Kimi taneli kahve sever, kimi toz kadar… Kimisi de onları karıştırarak kullanır.

Çay da öyledir. Bir paket alıyorsun bergamotlu, öteki çayın içine bir kaşık katıyorsun, harman ediyorsun. Lezzet karışımda olur. Bu aynı zamanda Cenab-ı Hakk’ın tevhidine işarettir. (03:00)

Akl-ı kül, Nur-u Muhammedî, İrade-i İlahi, İrade-i Cüzi… Bunların hepsi asırlardan beri üzerinde konuşulmuş, yazılmış kavramlardır ve hala insanlar bunların cevaplarını arıyorlar. O zaman bu konular, iki kere iki dört matematik mantığına göre idrak edilecek laboratuvar bilgileri değildir.

Akıl öyle bir acizdir ki sadece acizlere yol gösterir. Muhabbet bahsinde akıl batağa düşmüş eşek gibidir, çırpındıkça daha çok batar. Bu söz Hz. Mevlâna’ya aittir. Bunları anlamak için büyüklerin sözlerini okumak lazımdır. (06:25)

Nefs-i mutmainneye gelmeden de tasavvufa dahil olunur. Sadık Efendi risalesi diye bilinen bir kitap vardır. Bir şehri ve bu şehirdeki insanları tasvir eder. Sen o şehirdeki insanların hangisinin davranış biçimine sahipsin, kendi kendine objektif olarak karar verirsen hangi mertebede olduğun konusunda biraz faydası olur.

Ama kişinin kendi kendini ibra etmesi, aklaması, ben şöyleyim, böyleyim demesi yasaktır. Efendimiz, Hz. Meymune’nin Berre olan ismini “kendini aklamak” mânâsına geldiği için Meymune olarak değiştirmiştir. (08:10)

“Ben neredeyim”i bulmak kolay değildir ancak bir takım ölçüler verilmiştir. Yaptığın her hatayı sonra hoş ve tekrar yapılmaya değer görüyorsan, nefsi emmarenin en dibindesin demektir. Yapıyorsun ama hoş görmüyorsun, “tüh be, yaptım ama bir daha yapmayayım” gibi bir tavrın varsa levvameye gelmiş veya gelmek üzeresin. İki seçenek arasında kaldığında artık sana için yani nefsin iyi olanı tercih ettirir hale geldi ise mülhimeye gelmişsin demektir. Güzel şeyler yaptığında ohh, kötü şeyler yaptığında üff diyecek hale geldi isen mutmainneye gelmişsin demektir. Ondan sonrası kendi başına olmaz. (10:45)

Aslında Allah’a yaklaşmak diye bir şey yoktur. Allah’ın sana yakîn olduğunun şuuruna yükselme yolculuğuna seyrü sülûk denir. Sana şah damarından daha yakın, daha ne desin!.. Biz nefis perdesi ile o yakınlığı örtüyoruz. O perdeyi aralamak, inceltmek için çalışmalar yaptığında Allah da yardımcı olur. Allah’ın yardım ettiği bir kulun o işte muvaffak olmaması mümkün mü? Ama bir yandan da Rabbinin emirlerine muhalefet ile bir yandan inceltmekte olduğu perdeyi kalınlaştırırsa böyle bir fasit daireye girmiş olur. O perde bir çekilse, kapattığı manzaraları bir görebilsen bir daha perdeyi kapatmazsın.

Ben bu duvarı kendim yıkamayacağım çünkü bir yandan yıkarken bir yandan gafletle yeni tuğla örüyorum, öyle ise yardımcı bulayım dediğinde bakarsın bir el, eli çok seri çalışan veya zamanımızdaki bir benzetme ile tek hamlede bütün duvarı yıkacak bir makine ile sana duvarın arkasındaki manzarayı gösterir, işittirir, tattırır. O zaman sen artık taş koyamaz hale gelirsin.

Anamız babamız okuma yazma bildiği halde okuma yazma öğrenmek için okula gittik. Bir atı nallamak gerekse o işin mütehassısı olan bir nalbant lazım. Peki, gönül ve akıl işleri at nallamaktan daha mı basit ki mütehassısına gitmiyoruz da kendimiz çözeriz diyoruz. (16:30)

Hedef, nefsin hakimiyetini yok etmektir. Kişi, yani zat, kul, nefsine hakim olacak. Akıl ile nefis birbirine çok yardım eder çünkü şeytan akla musallat olur. Bu işbirliğini yok edecek olan ve nefsin emrinde olmayıp nefsi emri altına almayı temin edecek olan şey gönüldür, muhabbettir. Büyük alem olan insanı akıl idare ettiği zaman yalnız ve yalnız menfaat düşünür. Kalp, imanın ve idrakın algılama yeri değildir, makamıdır. Mekan ve makam ayrımını iyi bilmiyoruz.

Nefis yok edilmeyecektir, dizgine alınacaktır. Dizginler zâtın elinde olacaktır. (23:40)

Harem-i Şerif’e gidip de o yansımadan bir hisse alamayan ve kendinde bir şey yansımayan, gönül aynasını karartmış demektir. Gider, orada bina görür gelir. Hicazdan ne getirdin deyince valiz dolusu hediye getirdim der, hurma, kumaş, seccade… Hicaz’dan sen kendine ait ne getirdin, Kâbe’den ne getirdin, Resûlullah’dan ne getirdin, Hz. Ebubekir’den, Ömer’den, Ezvâc-ı Tâhirat’tan… İşte o yansımaları müsbet olarak temin için kalp aynasını, gönül aynasını tevbe ile cilalamak lazımdır. (31:00)

Peygamberlik kurumunun, Allah ile kulları arasında iletişimi temin için konulmuş olduğunu bilip, bizim aracısız hiçbir şey yapamayacağımızı idrak etmemiz lazımdır.

Peygamberlik kurumu, Cenâb-ı Peygamber, hem Allah’tan bize elçidir, hem bizden Allah’a elçidir. “Resûlinâ” tabiri, “Peygamberimiz” demektir. Ashab bu tabiri kullanmıştır. (34:50)

Kulun nefsi ile mücadelesinde yardım eden zevâta müesseseleşmiş olarak mürşid denir. İrşad faaliyeti eğitim, öğretim, irfan faaliyeti değildir. İrşad kişiyi rüşd sahibi kılmak demektir, alim kılmak demek değildir. Mürşid kişiyi reşid kılar, alim kılmaz. Onun için ümmiden de mürşid olur.

Onun için, hanefi fakihi olarak devrinin tabakat kitaplarına girmiş bir alim, binlerce beyitlik aşk kitabı yazacak kadar büyük bir şair ve mütefekkir Hz. Mevlâna, okuma yazması bile olmayan Selahaddîn Zerkub Konevî Hazretlerine, bir kuyumcu ustasına bağlanmıştır. (38:55)

Allah cümlemizi nefsine kul değil, O’na kul olanlardan eylesin. Ama Rabbü’l Âlemin’e kul olmak için, O’na kul olmuşlara kul olmadan, O’na kul olunmayacağını da Allah’ın inayeti ile öğreniverelim inşallah. (45:05)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir