Efendimiz’i Anlamak

On 26 Nisan 2018

Seminerler | Mavera Vakfı – Çarşamba Buluşmaları | 4 Nisan 2018 | 77′:50”

Konumuz “Günümüzde Efendimiz’i anlamak ve sevmek”. Günümüz biraz değişik gibi geliyor ancak öyle değil. Efendimiz’i anlamak meselesini günümüz ile sınırlamayıp Zât-ı Seniyyeleri’nin dünyevi bir varlık olarak anlaşılıp anlaşılmadığından yani Asr-ı Saâdetten başlarsak eğer, bazı durumların zannettiğimiz gibi olmadığını göreceğiz.

Slogan meselesi kadar tabu meselesi de çok önemlidir. İnsanların ve kurumların layık oldukları yerlerde durması lazımdır. Korkudan, saygıdan, sevgiden ve herkese şâmil olarak çok yükselttiğimiz ve çok alçalttığımız insanlar ve kurumlar var. Elbette akide olarak yapmamız gereken şeyler başkadır ama akidelerimiz, dini inançlarımız hakikatleri örtmemelidir. Örttük mü inanç olmaktan çıkar zan haline gelir. İman ve zan birbiri ile bağdaşmaz.

Aleyhisselâtu Vesselâm Hazretleri beş duyu ile algılanabilen bir varlık olduğu için Efendimiz’i herkes görür, duyar ama anlamaz. Allahu zü’l Celâl beş duyu ile algılanmaz ama anlaşılır. Resûlullah bilinir ama anlaşılmaz. Çünkü biz kendimizi bedenimize hapsettiğimiz gibi algılamamızı da beden yolu ile yapıyoruz. “Ene beşerun misliküm” ayetini “ben de sizin gibi insanım” diye tercüme edenler var, o ayetin anlamı bu değildir, o ayetin anlamı “ben de sizin gibi insan cinsindenim” demektir. Kainatın yüzü suyu hürmetine yaratılan Zât bizim gibi mi olacak?

O da günde yetmiş defa tövbe ederdi. Evet, hadis-i şerif var ama O’nun tövbesi benim günahıma ettiğim tövbe gibi mi? Efendimiz’i aynı teraziye koymak mümkün mü? Bazen Efendimiz’in yüceliğini anlatmak için Resûlullah en birinci şöyledir deniyor, değildir, Resûlullah Efendimiz hiçbir şeyin birincisi değildir çünkü birincisi olanın ikincisi olur. Resûlullah yeganedir.

İşte anlaşılmayan, ama varlığından haberdar olunan Efendimiz Hazretlerini yalnızca günümüz insanı değil, hepsinin ayağının tozuna kurban olayım ama Ashâb-ı Kirâm’dan da anlamayanlar vardır. (06:50)

Uhud gazvesinden önce fikir beyan ettiler, düşmanı şehirde karşılayalım diye. Efendimiz galiba bize biraz numune olsun diye reye, demokrasiye riayet etti, sonucunu gördük. Ehil olmayan adamların verdiği oy geçerli değildir.

Medine’den Uhud’a giderken ikinci sağ tarafta bir mahal vardır, Efendimiz Hazretleri günlük kıyafetini çıkarıp zırh ve miğfer giymek için oraya girdiğinde, kendi aralarında “biz ne yaptık, Resûlullah’ı dinlemedik” demeye başladılar. Efendimiz’e de bu görüşlerini söylediklerinde Efendimiz’in mübarek damarı çıktı ve “gaza için hazırlanmış bir peygamber bir daha geri dönmez” dedi.

Efendimiz Uhud’da araziye, rüzgara göre orduyu yerleştirdi ve “Ben emir vermedikçe okçular tepesinden ayrılmayın” dedi. Ama ayrıldılar. Ayrılınca ciddi bir kayıp yaşandı. Bu asla bir mağlubiyet değildir. (14:50)

Hudeybiye öncesi Efendimiz dedi ki biz umre yapmaya geldik. Ancak düşmanla yapılan anlaşmadan dolayı “olabilirlilik” şartı sağlanmadı. Ama Efendimiz “hükmen umre yaptık dolayısı ile ihramdan çıkın, traş olun ve kurban kesin” dedi. Ashab’dan bahsediyoruz, hiçbirisi yapmadı. Ashab düşmanla silahlı mücadele yaparsak Mekke’ye girebiliriz ve Kâbe’yi tavaf edebiliriz diye düşünüyordu. Ya hu, Resûlullah bir anlaşma yapmış, neden itiraz ediyorsun?

Efendimiz’in çok üzgün olduğu birkaç günden biridir bu olayın yaşandığı gün. Yavrusu İbrahim’in göçtüği gün, amcası Hamzası’nın şehit olduğu gün, Taif’de ayaklarının taşlandığı gün ve Hudeybiye günü… Ayrıca Huneyn’de ganimet taksimi gününde de çok üzülmüştür. (20:05)

Hemen parantez içinde söyleyelim: İslâm’da kadın eve kapatılır diye İslâm’a iftira atıyorlar. Hangi müslüman kadını, haklarında ayet nazil olmuş ezvâc-ı mutahhara kadar yücedir? Hiçbiri. Hayber’de Hz. Sevde vardı, Efendimiz’den beş yaş yaşlı. Dönüşte ordunun içinde Hz. Safiye var. Beni Mustalik’te Hz. Ayşe var. Hudeybiye’de Hz. Ümmü Seleme var. Bunları söylemeyip bu iftiraları atanlara karşı susmak da, bu kadar bilgiye sahip olmamak da mesuliyettir.

Ümmü Seleme validemiz, Hudeybiye’de Efendimiz’e “Ya Resûlullah, sizi anlamadılar, üzülmeyin, siz kurbanınızı çadırın önünde kesin, ihramınızı çıkartın, ben de sizi çadırın önünde tıraş edeyim” dedi. Efendimiz validemizin bu sözünü makul gördü ve peki dedi. Efendimiz Hazretlerinin günlük kıyafetle çadırdan çıkıp, kurbanını kesip, tıraş olduğunu gören ashabın hepsi aynısını yaptı.  (23:00)

İbrahim bin Resûl Aleyhisselâm göçtüğü zaman güneş tutulması olmuştu. Hala eski putperest telakkilerin tesirinde kalan ashâb İbrahim bin Resûlullah’ın vefatına bu hadisenin sebep olduğunu ifade eden lakırdılar kullanınca Efendimiz gayet ciddi bir ikazda bulundular: “Bu normal, tabi bir hadisedir ancak gök cisimlerinin insanlar üzerinde ciddi tesirleri vardır. Ay ve güneş tutulduğunda ve tutulma bittiğinde namaz kılınır. Güneş yavrum göçtü diye tutulmadı, gök cisimlerinin hareketleri belli bir hesap üzeredir, hiç şaşmaz.”

Keza Efendimiz, yavrusu İbrahim’in başında gözyaşı döktü, mahzunlaştı. Ashâb’dan bazıları “Sen bize ağlamayı yasaklamadın mı?” dediler. Efendimiz onlara şöyle dedi: “Ben size öyle mi dedim, ben size ‘benim yavrumu niye aldın’ diye Allah’a kafa tutmayı, yırtınıp dövünmeyi yasakladım. Ama ben babayım, mahzunum, gözümden yaş gelmesi tabii bir haldir.”

Yani Muhammed Mustafa memesinden emenler bile O’nu doğru dürüst anlayamamışlardır. Biz nereden anlayacağız? Ama anlayamayacağımızı idrak etmek anlamaktır. O zaman ikinci etap olan sevmeye geçelim. (27:30)

Hiçbir şeyi sevmeyen bir toplum Cenâb-ı Peygamberi de sevemez. Biz sevgisiz bir toplumuz. Sevmeyi terbiyesizlik, hafiflik olarak gören bir toplumuz. Öyle yetiştirildik, öyle yetiştiriyoruz. Bu kadar sevgisizlik içerisinde Cenâb-ı Peygamber’i sevmek hayal bile değildir. Sevginin kainatın yaratılış sebebi olduğunu bilmek lazımdır.

Allah aşkı diye bir şey yoktur, insan Rabbine aşık olamaz. Çünkü her varlık kendi cinsine aşık olur. Allah yarattığı her türlü mahlukattan müstağnidir. Ama “Kim Resûlullah’a itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur” ayeti vardır. Bu ayet-i kerime bu kelimelerle sınırlı değildir, bu bir formüldür. Oradaki itaat kelimesini kaldırın, istediğiniz kelimeyi koyun, mâna değişmez. Kim ki Resûlullah’ı üzerse Allah’ı üzmüş olur, kim ki Resûlullah’a isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur. Kim ki Resûlullah’ı severse Allah’ı sevmiş olur. İnsan ancak insana aşık olur, bu insan aşkının zirvesi, şahikası, doruğu Aleyhisselâtu Vesselâm’dır.

Allah ve Resûlünü fazla ayırmak şaşıların işidir. Bu asla ve kata Efendimiz’i tanrılaştırmak değildir. Bu şekilde düşünenler ne Kur’an biliyorlar ne Allah’ı tanıyorlar. Allah diyor ki, bu kitabı ben indirdim, hükümlerini ben koruyacağım. Peki, O Kitab-ı Âziz’in içinde “Muhammedürresûlullah” hükmü var mı, var!.. Bu bir hükümdür, Allah bu hükmü kıyamete kadar ben koruyacağım, diyor. Yani, hiç kimse Efendimiz’i tanrılaştıramaz. 1400 küsür senedir müslümanların kaynak teşkil ettiği pek çok sapık, yoldan çıkmış, İslâm dairesi dışına çıkmış inançlar var, bunların içinde bir tane Efendimiz’e tanrılık isnâd eden yoktur. (31:15)

Efendimiz Hazretlerinin muhabbetinin ızharı laubaliliğe gelmez. Onun için muhabbetin ızharı kurumsallaştırılmıştır. Tamamına tasavvuf, özel kanallarına tarikat derler. Cenâb-ı Peygambere miraçta süt, şarap, su ikram edildi, Efendimiz sütü tercih etti. Bu namazda bizim ne kadar coşarsak coşalım nâra atamayacağımızın, keyfimizi ızhar edemeyeceğimizin bir işaretidir. Namaz edeptir. Muhabbette de edep lazımdır. Ama yalnızken nara da atarsın, ne istersen yaparsın.

Efendimiz’in muhabbeti bütün mükellefiyetleri tüy gibi hafifletir. Ama biz hala oruç, namaz, hac, zekatı borç ödeme olarak gören bir toplumda yaşıyoruz. (37:00)

Efendimiz Hazretlerinin müezzini deyince akla Bilâl-i Habeşî ve Abdullah bin Ümmü Mektum Hazretleri geliyor değil mi? Bu arada Hz. Bilal sadece müezzin değildir. Kadın esirelerden sorumlu devlet görevlisidir. Efendimiz’in devlet reisi olarak yaptığı örtülü ödenek ödemelerinden sorumludur. Bunun içine casusluk faaliyetleri dahildir. Efendimiz, Medine’ye teşrifinin haftasına casus çıkarmıştır etrafa. Salı günü de pazarı kontrole göndermiştir, ne alınıyor, ne satılıyor, pazarda ne hakim, yerli malı ne, dışarıdan gelen mal ne. Var mı bunları bilen? Peygamber namaz kılma memuru!.. Yok böyle bir şey. Biz dinimizi seccade üzerine hapsettiğimiz müddetçe doğru dürüst müslüman olamayız. (43:00)

Azhab suresinde Ezvâc-ı Mutahhara’nın müminlerin anneleri olduğu hükmü vardır. Hakkında bilgi sahibi olmaktan vazgeçtim, kaç kişi sayabilir annelerinin adını? Anasının adını bilmeyen müslümanlardan bu kadar oluyor.

Efendimiz Hazretlerinin ahirete doğumu hicri 11. sene. Mekke’nin fethi hicri 8. sene. Mekke’de Ramazan 8’den Rebiülevvel 11’e kadar Harem-i Şerif’te namaz kılındı değil mi? Ama Hz. Bilal ile Abdullah ibni Ümmü Mektum Medine’de? Peki, Mekke’de kim müezzinlik yaptı? Bilmiyoruz. Merak etmiyoruz.

Benim dedem diyanet işleri mensubu değildi, dokumacıydı. Ama Efendimiz’i çok severdi. Ben Ebu Mahzûre’yi ondan öğrendim.

Taif seferinden sonra Cîrane mevkiinde Efendimiz biraz tevakkuf ettiler. Huneyn ganimetlerinin paylaşılmasında Efendimiz’i üzenler olmuştu, herkesi memnun edecek çareler ararken Efendimiz orada biraz kaldılar.

İkindi vakti idi, Efendimiz, hadi bir ezan okuyun buyurdu. Ashabdan bir zât ezan okurken yaşları on iki ile on altı arasında sekiz on çocuk vardı etrafta, ezan başlayınca çocuklar da sözleri değiştirerek ezanla dalga geçmeye başladılar. Efendimiz çocuklara karışılmamasını istedi. Gayet mütebessim bir şekilde çocukların yanına gitti. “Ne güzel okudunuz” dedi ve onlardan mavel okulamarını istedi. Hepsi okudular. Biraz irice olana “sen bir daha oku bakalım” dedi. Efendimiz çocuğa “şimdi de benim lisanen söylediklerimi melodi ile söyle” buyurdu. Çocuk peki dedi ve Efendimiz ezan-ı şerifi çocuğa okuttu. Çocuk bitirince Efendimiz mübarek elleri ile çocuğun yüzünü aldı, gözünün içine bakarak “ne güzel okudun” diye iltifat etti. Efendimiz sonra namaza geçtiler, o çocuk biz de sizin gibi yapsak olur mu dedi, onlar da safa geçtiler. Efendimiz imamette namazı kıldılar.

Namazdan sonra o çocuk Efendimiz’i duyduğunu ve kendisine inandığını söyledi. Ve Efendimiz’den bir ricada bulundu: “Siz bana bir kağıt verseniz de burada okuduğumu Kabe’de de okusam, olur mu?” Efendimiz olur dedi ve emri yazdırdı. Kağıtta şu yazıyordu: “Ebu Mahzûre ezan okumakla görevlidir, onun yetiştirdikleri de okuyabilirler”. Ebu Mahzûre Hazretleri böylelikle on altı yaşında Mekke müezzini olmuştur.

Sultan Abdulaziz Han’ın saltanatının ilk yıllarına kadar Ebu Mahzûre’nin evladı Mekke’de müezzinlik yapmıştır. (53:15)

Hz. Bilâl’i bize nasıl öğrettiler çocukluğumuzda, biliyor musunuz? “Cennet hurilerinin yanaklarında ben olur, Hz. Bilal’in tenidir o” dediler. Biz Bilal’i öyle severiz. O ayrı bir şey. Ama Ebu Mahzûre’yi tanımamak cehalettir.

Burada incelik şu, Efendimiz Hazretleri Ebu Mahzûre’yi neden seçti? Çünkü melodi biliyor, mûsiki biliyor, sesi güzel. Ezan-ı Muhammedî öyle okunur. Şimdiki böğürmelerin adı Ezan-ı Muhammedî değildir. Ezân-ı Muhammedî Resûlullah Efendimiz Hazretlerine ait bir kurumdur. O kurum en yüksek derecesinde icra edilir. Mikrofonu ağzının dibine sokarak, sesi sona açarak olmaz.

İkinci torun yeni doğmuştu, misafirlikteydik. Akşam ezanı okundu, hoparlörü bir açmışlar ki bebek sıçrayarak uyandı. O sesi duyup da Rabbim beni çağırıyor diye camiye gidecek adam var mı? Hala fıkhi münakaşası yapıyorlar, biraz da estetiğin münakaşasını yapsana?

Efendimiz her zaman yanında ayna ve tarak taşıyor, tertipli… Kılığı, kıyafeti böyle tertipli olan bir Zât-ı Şerif’in tebliğini buyurduğu kurumun herhangi bir noktası tertipsiz olabilir mi? (63:20)

Ashâb-ı Kirâm’dan bugüne çok bir farklılık yok. Onların da içinde anlamayanlar var, bizlerin de içinde anlamayanlar var. Ama onların içinde anlayanlar çoğunlukta. Bizim içimizde ise anlamayanlar çoğunlukta. (67:55)

Bunlar bilmediğiniz şeyler değil, siz bunların hepsini biliyorsunuz ama bazen dile getirmek hatırlamaya vesile oluyor. İnşallah bazı şeyleri hatırlamışızdır. (69:20)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir