İman, ahlâk-ı hamide binasıdır
Ramazan Hilali | 22 Mayıs 2018 | TVNET | 59′ 03”
Dinî adetler gelenek değildir, dinî vecibedir. Çünkü nâsa aykırı olmayan gelenekler aynen dinî kaideler gibi uyulması mecburi kaidelerdir. Araf suresinin 199. ayeti bunu bize doğru şekilde anlatır ama doğru anlayanlarımız azdır. Başka toplumlarda din ayrı bir kurumdur, dünya ayrı bir kurumdur. Halbuki İslâm’da dini dünyadan ayıranlar mümin değillerdir. Dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terkeden veya tercih eden bizden değildir buyuruyor Sahib-i Şeriât Efendimiz Hazretleri.
Şeriat deyince cühela takımı eski zaman kanunu zannediyor. Şeriat meşruluk, yasallık demektir.
Şeriat istemiyoruz demek düpedüz salaklıktır. Şeriât-i Muhammedî istemiyoruz, Şeriât-i İslâm istemiyoruz dese anlamı var. Şeriat istemiyorum diyen, yasallık, legalite istemiyorum diyor. Ne isteyip ne istemediğini bilmeyen bir güruh…
İslâm’da örf, adet, gelenek Allah’ın koyduğu genel hükümlere aykırı değilse ister uyarım ister uymam deme hürriyetin yoktur, uyacaksın. (01:45)
Mübarek vakitlerin ilanı örfe aykırı değildir. Bu ilanın ne şekilde olacağı Türklerde başka, Hintlerde başka, diğer toplumlarda başka olabilir. Yeter ki nâsa aykırı olmasın.
İslâm’da gün ikindi vakti döner. Cuma günü, perşembe ikindi vakti başlar. Cuma akşamı hem cumanın hazırlığı hem insanları ikaz hem de bize her şeyi öğreten Resûlü Kibriyâ Efendimiz’i bir anma babındaki selâya bidat diyen o kadar çok resmi sıfat sahibi din görevlisi, müftü var ki? (05:50)
Müftülerin fetva verme yetisi yoktur, adları müftüdür ayrı mesele. Fetva ve dini soru danışma ayrı şeylerdir. Fetva uyulması mecburi hükümdür. Bugün Türkiye’de uyulması mecburi hüküm verecek ve o hüküm dinlenmediği zaman ceza verebilecek, o hükmü yürütecek kudretin sahibi bir otorite yoktur. Dolayısı ile Türkiye’de fetva verilmez. Danışmaya cevap verilir. Bunun adı fetva değildir.
Eğer biz kavramlarımızı doğru kelimelerle ifade etmezsek tefekkür hayatımız biter. Bugün tefekkür diye bir şey yok. Çünkü kullandığımız kelimeler az. İnsanı insan yapan yüksek, âli, derin düşünceleri ifade edecek kelimelerimiz yok. Kullanmadığımız için yok olmuş. Güzel binalar çok malzeme ile inşa edilir. Tefekkür binasının inşası da kavramların çok olması ile olur. Kavramların çok olmasını ifade eden şey kelimelerdir. (07:50)
Perşembe selâsına bid’at diyen beyinsiz cuma selâsına, vefat selâsına bir şey demiyor. Asrı Saadet’te yok diyor? Asr-ı Saadet’te mushaf-ı şerif var mıydı? Kaldıralım mı? Asrı Saadet’te imam, müftü maaşı var mıydı, o bid’at değil mi? (10:10)
Bizim ne olduğumuz, hangi istikamette olduğumuz, neyin kara neyin ak neyin gri neyin pembe neyin eflatun olduğu belli değil. Bir öyle bir böyle. Bu istikrarsızlıkla, fikir istikrarsızlığı ile yaşayan insanların siyasi, ekonomik, sosyal istikrarı da olamaz. Olmuyor. Şahsi gayretlerle, bir takım özel hizmetlerle bir takım güzel işler yapılıyor ama sistem yok. Şahsa bağlı. (11:55)
Biz geleneklerimizi kaybetmedik, dinimizi kaybediyoruz. Sür’atli bir şekilde ayaklarımızın altından kayıyor. Bizim dinimiz tapınma dini değildir, yaşama dinidir. Biz İslâm’ı tapınma dinine indirgedik. Evimizde seccade üstünde, bir de duvarda mushaf-ı şerifte din var. Hayatımızda yok. Sokakta cami duvarları arasında, mevsimsel olarak Ramazan-ı Şerif’te, biraz da kandilde… (16:00)
Cumartesi günü İsrail’de sokakta sigara içemezsiniz. Çünkü Yahudi dinine göre cumartesi ateş yakılmaz. Ama Türkiye’de Ramazan günü sokakta sigara içersiniz. Birisi içme derse vay yobaz dersiniz. İsrail’de içmeye devam ederseniz hapse atılırsınız.
Terbiyeli olmaya mecburuz, dindar olup olmamak ise kişinin Allah ile arasındadır. İtalya’ya Vatikan’a gittiniz, Papa pencereye çıkacaksa o meydanda bulunuyorsanız diz çökmeniz gerekir. Biz burada camilere baldır bacak girmek isteyenlere örtü verince medeniyetsiz oluyoruz.
Biz her şeyden önce şahsiyetimizi kaybettik. Batı taklidi olacağız diye aslanlığımızı bırakmışız. (17:20)
İbadetler Allahu zü’l Celâl’in tayin ettikleri kadardır. Bunun üzerine bir şey koymak veya çıkarmak bid’at-i seyyiedir. Küfürle eşittir. Ama birden çok minare yapmak, Kadızade kafasına göre bid’attir. Ama Efendimiz zamanında minare de yoktu, onu ne yapacağız? (21:25)
Ben Kur’an’ı okudum anladım diyorlar. Bir kere sen Kur’an’ı okumadın tercümesini okudun. Kur’an başka tercümesi başka. Her okuduğumuzu anlıyor muyuz ki Kur’an’ı okuyup anlayalım. Bunun için ayrı tahsil lazımdır. Ben üniversite mezunuyum, hayli de kitap karıştırdım, bu halimle bir anatomi kitabı alsam okusam, hekimim diye ortaya çıkabilir miyim, çıkamam. Özel tahsil lazımdır. (27:00)
Allahu zü’l Celâl bir şey emretti ise o emri yerine getirecek tâkati de ihsan etmiş demektir. Prensip budur. Allah bize namaz kılın diyorsa namaz kılacak takati de vermiş demektir. Dizim ağrıyor, oram buram ağrıyor gibi bahaneler kılmayanların bahaneleridir. Bir hocaefendi vardı, yatalak, abdest alacak tâkati yok. Evvela yardımla abdest alıp işaretle namaz kılmaya başladı sonra yardımla da abdest alamayacak hale gelince işaretle abdest alıp işaretle namaz kılmaya başladı. Beden tâkatı yok ama kafası yerinde.
Bizdeki tıp tahsili batı kaynaklı bir tıp tahsilidir. Batının her şeyi bildiğini bize empoze ettiler. Batı her şeyi bilmez. Batı menfaatini bilir, iyi hırsızlık yapmayı bilir. Zamanımızda insan ilişkileri zayıfladığı için hekimlerimizin bir çoğu insana bakmıyor, kağıda bakıyor. Peki beşer olarak benim doktorla münasebetim nerede? Kağıtta mı? Hani el tutmak, göz göze gelmek? O zaman doğru teşhis de olmaz, tedavi de olmaz. (33:30)
Hak ve batıl ayrımı yapmaksızın, onlar da inanç sahibi dersek olmaz. Hak olan inanç bir tanedir.
Kudüsle ilgili konuşmalarda, makalelerde bugünlerde “İbrahimî dinler” sözleri geçiyor. Hz. İbrahim Musevilerden ve İsevilerden razı mı ki İbrahimî diyorsunuz? Bir kere Musevi ve İsevi inancında Hz. İbrahim peygamber değildir ki, bizim için peygamberdir. Onlarda Abraham’dır, büyük veli olarak geçer.
Nezaketle batılı birbirinden ayırdıktan sonra günümüzün problemlerini çözmenin yolu sırat-ı müstakim olan Râh-ı Muhammedî’dir. Biz Efendimiz’den uzaklaştığımız için, Onu sadece salavat getirmekle bıraktığımız için bu hale geldik. Efendimiz hazretlerinin en yakınları zevceleridir ve zevcelerinin Allah katında bizim için annelerimiz olduğu ayetle sabittir. Siz etrafınıza sorun, hocaefendiler dahil sorun, acaba annesinin adını sayan kaç tane müslüman bulacaksınız? Biz Efendimiz’den bu kadar uzağız. (37:00)
Hep aynı lakırdılar. Efendimiz’in eli yetim başı okşardı. Kılıç kabzasını kim tutuyordu? Uhud gazvesinde Übey bin Halef denen şerefsizi Efendimiz’e kılıç sallamak üzereyken, şehit olduktan sonra Mus’ab bin Ümeyr’in mızrağını alıp fırlatıp o herifi atından düşüren – sonra Mekke’ye giderken yolda geberdi zaten- o el kimin eli? Dikkat buyurun, özellikle gençler, Peygamberiniz sadece yetim başı okşardı diye pasifize etmeye çalışıyorlar. Müslüman aktif olur. İki günü eşit olan zarardadır. Peki bugünkü manzaraya baktığımızda o peygamberin ümmeti olmaya benziyor muyuz?
O diyor ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. Biz birbirimizi seviyor muyuz? En ufak bir siyasi münakaşada şefere namusa dil uzatıyoruz. Trafik kavgasından adam öldürüyoruz. Sevmiyoruz, nerede imanımız.
Bu teşhisler ne yazık ki acı teşhisler. İnsana keyif vermiyor ama Allah’ın asgari emirleri olan namaz, oruç, zekatı, haccı yapıp kimse evliyayım diye geçinmesin. (43:10)
İman bir binadır. Bina temeli ile, duvarı ile, penceresi ile binadır. Evvela çukur açılır. Bu çukur zeminin altında binanın oturması için en sağlam yeridir. Bu çukuru “Eşhedüenlâilaheillallah ve eşhedüenne Muhammeden abduhu ve habibuhu ve resuluhu” kelimeyi tayyibesi açar. O çukuru açar öyle bırakırsan yağmur, çamur, çoluk, çocuk o çukuru doldurur. Veya çukur çeperlerinden devrilir. Ne yapacaksın, namaz, oruç, hac, zekat duvarlarını öreceksin. Su basmanına kadar. Sonra üstüne binayı yapacaksın. O bina ahlâk-ı hamidedir. Biz o zeminin altında olan namazı, haccı, zekatı, orucu yaptığımız zaman kendimizi yükselmiş zannediyoruz. Bunlar insanı çukur olmaktan alıkoyar, yükseltmez. Ama etraf o kadar çukurla dolu ki zemin yüksek sayılır hale geldi.
Tapınma dini olunca zeminde kalırsın, yaşama dini olacak. (45:45)
Bu problemlerin tedavisi Resûlullah Efendimiz Hazretleridir. Onu tanımaktır, yakınlaşmaktır, tetkik etmektir. Biyolojik bedenini, kronolojik hayatını bilmek Onu bilmek demek değildir. Varlığından haberdar olmak Onu tanımak demek değildir. Bugün utanmadan hadis münakaşası yapılıyor. Bu da batı empozesidir. Bütün bilgilerin belgeye dayanması gerekliliği batı nazariyatına göredir. Doğu medeniyetinde, bunun içine Çin de dahildir, sözlü kültür vardır. (50:05)
Biz asla emin değiliz ama ümitvarız. İbadetimizden, hayrımızdan, hasenatımızdan değil, Rabbimizin lütfundan, kereminden, ihsanından ümitvarız. O ümitle doğruları yapmaya, onun yardımıyla çalışıyoruz. Bundan ibarettir. (54:00)
Biz iftar sofrasında akşam yemeği sofrasından farklı olarak lisanı hal ile zaten dua ediyoruz. Önümüzde türlü yiyecekler var, biz diyoruz ki, Ya Rabbi, senin hatırın için değil haramlardan, helallerden bile vazgeçtik. Senin emirlerini yerine getirmeye çalışıyoruz, bize hem yardım et hem de kabul eyleyiver.
Ezan geldi, oruç bitti. Allah cümlemizinkini kabul etsin, bir orucun kabulü için bir ömür oruç tutuyoruz, o kabul inşallah bu akşama denk geliversin. (54:55)