İstikamet sahibi olmak bir olağanüstülüktür
Seyir Defteri | Bölüm 123 | 27 Mayıs 2010 | 46′ 03”
Dünya bir sebepler ve neticeler nizamına bağlanmıştır. Bu sebep ve netice ilişkisi olmaksızın sadece neticenin ortaya çıktığı haller olağanüstü hallerdir.
Bu haller Peygamberân-ı Kirâm’da zuhur ettiğinde adına mucize deniyor, velilerde zuhur ettiği zaman adına keramet deniyor. Bu peygamberlere olan saygının bir ifadesidir, zuhur aynıdır.
Mucizeler ve kerametler hayatta ne kadar az rastlanır şeylerse hayatta istikamet sahibi olmak da o kadar az rastlanır bir olağanüstülüktür. İstikamet en büyük keramettir, bu demektir. (04:15)
İstikrar kıymetli bir şeydir. Ne yazık ki bugünün insanı istikrarı monotonluk, biteviyelik olarak algılıyor. Fakat doğruda istikrar olmalıdır. Yanlışlığın devam etmesine istikrar denmez.
Peki, istikrarı nasıl sağlayacağız? Örneğimiz var: Efendimiz. Efendimiz’i iyi tanıyacağız ki örnek alabilelim. Tanımadığımız bir zattan nasıl örneklenebiliriz.
Fakir, Resûlullah Efendimiz’i ferden ve toplum olarak yeterince tanımadığımız kati kanaatine sahibim. Arada tanıyan bir iki zevât var, bereket versin, onların peşine takılırsak ne âlâ. (07:00)
Ancak, istikamet sahibi olmak kolay olsa idi o yüce Peygamber bile “’emrolunduğun gibi istikamet sahibi ol’ ayeti beni ihtiyarlattı” demezdi.
Yeni bir döneme girilmek üzereyken eski günahlara tövbe etmek, istiğfar etmek insana bir istikamet verir. Bu yüzden mübarek üç aylara gelmeden önceki Cemaziyülevvel ve Cemaziyülahır aylarına toplumumuz küçük tövbe, büyük tövbe ayları demiştir. Üç ayların bereketinden feyizlenmek için eski kirlerden temizlenmek lazımdır. O da tövbe ve istiğfarla olur.
Namaza girerken önce estağfurullah deyip namaza başlamıyor muyuz? Düğün, nikah akdi öncesinde evvele istiğfar edip eski kirlerden arınmıyor mu gelin ve damat?
İstikamet ve istikrar kazanmak için tövbe, istiğfar yani yaptığın hatalardan pişman olup Allah’a sığınmak çok önemlidir.
Dualarımıza dikkat edelim, ekseriyeti af ile ilgilidir. Biraz da “beni günaha düşmekten koru”, “beni nefsimle başbaşa bırakma, beni elbette tövbe etmeye yönelt ama huzuruna çıkacak da surat ihsan eyle” tarzında korunma duaları da yapmamız lazımdır. Bu dünya hayatı ile paraleldir. Türkiye’de yeterince koruyucu hekimlik yok, hasta olduktan sonra doktora gidiyoruz. Halbuki asıl olan hastalanmamaktır. İşte koruyucu hekimliğe önem vermediğimiz gibi günahtan sakınmaya da önem vermiyoruz. (10:00)
İstikamet sahibi olmanın en önemli unsuru yaptığın hatayı tekrar yapmamaktır. Ben yaptığımın hata olup olmadığı bilmiyorum deme, bilirsin. Gizli yaptığın şeylerin yüzde doksan dokuzu hatadır. Özel hayattaki hususi haller hariç her gizlilik kabahattir. Kabahat olmasa aşikar yaparsın. Kabahatini tekrar etmemek için Cenâb-ı Hakk’tan yardım dilemeye istiğfar, bir daha yapmama iradesini beyan etmeye tövbe denir. İkisi beraber olmazsa noksan olur.
Müstağfirin diye bir zümre vardır. Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine sığındığını kabul edip onları koruduğu bir hale sahip zümreye denir.
Nefsimizin hoşuna giden şeyler bizi istikamet sahibi kılmaz. Nefsimizin hoşuna gitmese de Allah’ın emrettiklerini yapmak bizi istikamet sahibi kılar. (15:00)
Biz bir büyüğün huzurunda nasıl daha müeddeb olmaya çalışıyorsak, her zaman o büyüğümüzün huzurunda olduğumuzu nazarı itibara alırsak müeddeb oluruz. Turuk-u Âliye’deki rabıta budur. Yoksa belli saatlerde seccade üstüne oturup başına bir örtü örtüp gözünü kapatıp gözünün önüne mürşidini getirmekle sınırlı değildir. (18:00)
(Fetih ruhunu günümüze nasıl taşırız sorusu üzerine)
Benim bazı düşüncelerim bazı hususlara terstir. Mesela 18 Mart’ta Çanakkale’nin geçilmeyeceğini söyleyenler var, ama soruyorum Çanakkale 18 Mart 1915’de geçilmedi ise 20 Mart 1919’da Şehzadebaşı karakolunu kim bastı? Dolmabahçe’ye çevrilen toplar nereden geldi?
İstanbul’un fethi konusu açılınca da soruyorum, Endülüs yedi yüz sene müslüman toprağıydı. İstanbul henüz 557 senedir müslüman toprağı. Düşünün…
Bu mirasyedilikle onu da alırlar. Bu mirasyediliği bırakmamız lazımdır. Hala Hz. Fatih içki mi içiyordu, hristiyan mıydı gibi deli saçmaları ile TV programları işgal edileceğine başka şeyler yapmak lazımdır. Sanane içki içiyorsa. Sen içmedin de bir İstanbul mu fethettin?
İkincisi, bugünün bilgileri ve oluşumu ile dünü mukayese edip ortaya saçma fikirler atıyorlar. Papaya mektup yazmışmış. Hristiyanlığın merkezi İstanbul, Fatih hristiyan olsa patrik burnunun dibinde, Roma’da ne işi var?
Karamanoğlu’nun annesi Fatih’in halasıdır. Trabzon dağlarında gidiyorlar, Fatih attan inmiş yürüyor, ihtiyar hala tahtaravanda. Hala hünkarın yanına gidiyor, iki gözüm aslanım oğlum, neden ata binmiyorsun diye soruyor. Fatih diyor ki: “Hala, askerlerim de binmiyor.” E onlar asker, sen hünkarsın. Hala o zaman bana bey derler, gazi demezler.
Fatih böyle bir adamdır. Niye bunu anlatmıyorlar. Fütühât-ı İslâm adına Bosna’ya gidiyor. Trabzon nere, Bosna nere. (24:00)
Fıkıhta bir kaide vardır, bir belde Bilâd-i İslamiye’dense ebeden Bilâd-i İslamiyedendir. Sonra gavur işgal etse de… Bilâd-i İslamiyeyi imar etmek müslümanlar üzerine borçtur. Filistin’deki müslümanlar için dünya müslümanları ne yapıyor? Hiç müslüman kalmasa yine orası Bilâd-i İslamiyedendir. Neden bunlar öğretilmiyor?
Bir müslümanın savaş taraftarı olması farza muhaliftir. Ayet açıktır. Ama savaştan kaçmak da haramdır. Bir tecavüz vuku bulduğu zaman canını ortaya koyacak kadar görevini yerine getireceksin.
Urumçi’de Çinli müslümana eziyet mi ediyor, senin burada sesin çıkacak. Mescid-i Aksa’ya vakit namazına gireceksin Yahudi polisi kimlik soruyor. Müslümanlar bunun için ne yapıyor? Biz evvela Fatih’i de fethi de anlamamız için içimize iyi bakmamız lazımdır. Hem fert olarak hem millet olarak…
Bunu söylemekten bıkmadım, dinleyiciler dinlemekten bıktı ise kusura bakmasınlar. Fetihle ilgili Türk sinemasında birkaç film çekilmiştir. Orada Akşemseddin Hazretleri gözükür, bembeyaz sakalı ile… Halbuki Akşemseddin Hazretleri kösedir, sakalı yoktur. Bunu bile bilmiyorlar.
Akşemseddin Hazretleri Fatih’in hocası değildir, şeyhi de değildir, sohbet mürşididir. Şeyhi olması için intisab etmiş olması gerekir. Hiçbir padişah müntesip değildir, muhibdir. Sultan Reşad Han gibi teberrüken kendine icazet verilmiş olanlar vardır.
Sultan Abdülhamid Han için de teberrüken verilmiş Şazeli icazeti vardır. (30:40)
Padişahlar mutlak irade sahipleri değillerdir. Koca Osmanlı’da sözünü geçirebilen üç padişah vardır. Biri Fatih, biri Yavuz, biri IV. Murat. Sözü geçen derken sözünü geçirecek kuvvete ve karizmaya sahip demek istiyorum. Koca Kanuni bile istediği şeyi yapamamıştır. Devletin bütün kademesinin tabi olduğu geleneklerdir Osmanlı protokolü. Silahtar Ağa “kanun değildir padişahım” dediği anda, yapamazsın. “Aldım kellesini” filmlerde olur ancak. Fetva alacaksın evvela.
Hz. Fatih, Akşemseddin Hazretlerine intisab etmek istemiş ama Osmanlının söz geçirebilen üç padişahından biri olmasına rağmen Akşemseddin Hazretleri bunu kabul etmemiştir. Fatih bu sefer de Şeyh Vefa Hazretlerine gitmiş, kapıdan çevirmişler. İkinci defa gitmiş, yine almamışlar. Üçüncüde Şeyh Efendinin görüşmek istemediğini söylemişler. Dışarıda Fatih ağlıyor, içeride Şeyh Vefa Hazretleri… Ve Şeyh Vefa Hazretlerinin sözü: “Bizim eteğimizin dibinin lezzetini alırsa devlet işlerini ihmal eder.” Dervişlik böyle bir şeydir. (36:00)
İşte biz Hz. Fatih’in bütün o başarılarına rağmen bir nefis terbiyesi için derviş olma isteğini de öğrenmeliyiz. Ama devlet idaresinin çok ehil bir elde olması, dolayısı ile mürşidlerin o devlet idaresinden ahalinin istifadesine mani olmamak için, ağlamalarına rağmen kabul etmelerini de bilmemiz, anlamamız lazım. Mürşidler bunları kendi kendilerine yapmıyorlar, Efendimiz’den aldıkları işaret ile yapıyorlar. Bu işaret ille toprak altından alınan işaret demek değildir. Efendimiz ne buyuruyor: “Adil hükümdarlar peygamberler, salihler, şehitler ve sadıklarla beraber haşrolunurlar.” Yani Allah adil hükümdarlara lâteşbih peygamber gibi değer veriyor.
Onun için neden derviş olmamışlar, neden hacca gitmemişler diye sormanın anlamı yoktur. (40:00)