Sabır en önemli yol gösterici kılavuzdur

On 4 Eylül 2016

Şarkılar Seni Söyler – 16. Bölüm | TRT MÜZİK | 78′ 32”

Ah kani yad-ı lebinle hun-i dil-nuş ettiğim demler

Hezaran bülbülü nalemle hâmuş ettiğim demler

Ah o demler, hep hayâl oldu acep bilmem ne hâl oldu

Yüzün görmek bile hatta bana emr-i muhâl oldu

Alıp etrafımı, hayret, cihandan eylediğim nefret

Harab-ender-harab oldum yeter gayrı yeter hasret

Ah yanar ateşlere aram-u sabrım yâda geldikçe 

Seni mest eyleyip ey gül derâguş ettiğim demler

Güfte: Nevres Bey, Beste: Tanburi Ali Efendi

Tanburi Ali Bey suzidîl makanımı yeniden ihya eden kişi olarak bilinir. Bir ara başka güzeller zuhur etmiş, o sırasını beklemiş. Öyle olur, kaynamakta olan suyun sathı gibi devamlı fokurdar, o iniş çıkışlar tabiidir ama kalıcı değildir. Çünkü zirvede ancak her şeyi yaratan vardır. Hiçbir şey zirvede kalmaz.

Nevres Bey’in güftesine baktığımız zaman; sabrın ehemmiyyetine vurgu olduğunu görüyoruz. Arâm’ın iki anlamı vardır, birisi mesire yeri, piknik eski hali ile teferrücdür. Bugün piknik deyince mangalda duman dumana olarak algılıyoruz, teferrücde tabiatla beraber gönül dinlendirme vardır. Diğer anlamı şudur, çölde rüzgarın bile bozamayacağı yol tarifleri vardır, oralara dikili taş koyarlar. O taşa ârâm denir, yani yol gösterici kılavuz. Sabır insanın en önemli yol gösterici kılavuzudur. Çünkü hep O’nun dediği olur, bizim dediğimiz olmaz. Madem ki O’nun dediği oluyor, O’nun dediğine sabretmek adamı evliya kılar, sabretmemek asi kılar.

Hasret bir hastalıktır, benlik hastalığıdır. Ben varsam, sevdiğim de vardır, her şeyden önce ikilik var demektir, öyle muhabbet olmaz. Muhabbette “birlik” vardır. Vuslat ikinin bir araya gelmesi değil, ikinin bir olmasıdır.

Eskileri anmak eğer bugünün problemlerine cevap vermiyorsa lüzumsuz bir haldir. Geçmiş geçmiştir, geleceği Hakk bilir, dem bu dem, an bu andır. Geçmişe vah vah, ileriye yah yah yapacağımıza günün nakdini vermemiz lazımdır.

Herkesin bir yâri olmalı, ister yanında, ister yâdında. İlle yanımda olsun diyorsa onda biraz muhabbet noksanı vardır, o muhabbet aşka doğru yükselemez. (03:14)

Yandıkça oldu sûzan kalb-i şerer feşânım

Oldu yine alevriz dağ-ı gamı nihânım

Nâr-ı lehibi aşkın sûzânıyım anınçün

Mahsul-i sûzidildir, sûzişlidir figânım.

Beste: Tanburi Ali Efendi

Bu dört satırda dokuz tane ateş kelimesi var. Hepsi ateş ile alakalı… Hem bu kadar güzel manalı, hem bu kadar “ateşi” nasıl bir araya koydu? Bu nasıl bir Türkçe’dir?

Bu eserin bir özelliği vardır. Ali Efendi malûm, sarayın üçüncü imamıdır. Kendi Midillili’dir. Herhalde Abdülaziz Han’ın halli ve katli oralarda barındırmamış Ali Efendi’yi. İstanbul’da barınamamış ve İzmir’e yerleşmiş. Rakım Hoca merhum da kendisinden istifade etmiştir. O da imamdır, çok ciddi bir bestekârdır.

Biz duygularımızdan mesul değiliz, davranışlarımızdan mesulüz. Ali Efendi’nin İstanbul’a gitme sebebi bir gençlik aşkıdır. Ali Efendi demek ki gönlünün kaydığı güzelin aile kurmaya müsait olmadığı görmüş, bağrına taş basmış ama Midilli’de de kalamamış ve İstanbul’a gitmiş. Ama yanmış, Sultan Aziz’e de çok yanmış. Sultan Aziz malum çok iyi bir müzisyen, neyde virtüöz, piyanoda usta, bestekar… Bize ders kitaplarında okuta okuta pehlivanlığı ve koç dövüşütücülüğü anlatıldı. Avrupa seyahatinde zarafeti ile birçok Fransız madam ve matmazelinin, İngiliz misis ve mislerinin gönlünü çeldiğini o günün gazeteleri yazıyor.

İşte Ali Efendi öyle yanmış ki, çok sevdiği öğrencisi Rakımcığına şöyle demiştir: “Rakım, göçünce definden sonra herkes dağılınca bu eseri kabrimin başında oku”. Duyar mı? Biz işitmekle duymayı birbirine karıştırıyoruz, duyar, eğer duyulmasa idi, imam efendiler kabristanda telkin vermezlerdi, Hz. Peygamber Aleyhisselâm oğlu İbrahim’e telkin vermezdi. Veya Bedir’de ölen kafirlerin gömüldüğü yere gidip “beni dinlemediniz de iyi oldu mu, dünyanızı da ahiretinizi de mahvettiniz” diye belirtmedi mi? Haklarında ayet nazil olmuş Ashab-ı Bedir Efendimiz’in bu seslenişi üzerine “Ya Resûlullah, sizi duyarlar mı” diye sormuşlar, Efendimiz “duyarlar, anlarlar ama cevap veremezler” demiştir.

Keza, meşhur zakir Kasımpaşalı Cemal Efendi, Münir Nurettin Bey’in, Saadettin Kaynak’ın Fehmi Tokay’ın hocasıdır. Cemal  Efendi de Saadettin Kaynak’a vasiyet etmiştir: “Hafız, beni defnettikten sonra ‘Çıkmaz derûn-i dilden efendim muhabbetin’, bunu oku” diyor. Rabbine ve Resûlüne olan muhabbeti mezardan bile feryad ediyor. Muhabbet böyle bir şeydir, herkez de anlamaz. (16:45)

Unutamıyorum, unutamıyorum

Gecem yok artık gündüzüm yok

Tek sen varsın, senin saçların var

Dalgın, ıslak gözlerin var

Güneş seninle doğuyor hergün

Her yerde seni arıyorum

Herşeyde seni arıyorum

Bırakma ellerimi

Bırakma, unutamıyorum

Beste: Avni Anıl, Güfte: Tekin Gönenç

Avni Anıl ve Şekip Ayhan ikilisinin gençliğimizde yeri başkaydı. Malum musiki ile, hat ile, edebiyat ile meşgul olanlar bilir, bazı eserlere bakınca imza aranmaz. Mesela rahmetli Mustafa Düzgünman’ın ebrusunu görünce imza aramazsın. Avni Ağabey’in de şarkılarında böyle bir şey vardır.

Eskiden Şevki Bey hakkında bir lakırdı vardı. Malum,

Arza lâyık değilse de hünerim

Nâçizâne bini geçti eserim

diye bir beyti vardır çok genç yaşta. Bazıları “Şevki Bey’in şarkıları haremağası gibi, hepsi birbirine benziyor” demişler. Bu biraz insafsız bir tenkittir. Üslub-u beyân ayniyle insandır. Biz bir Saadettin Kaynak dinleyince bestekârı kim diye sormayız, Selahattin Pınar’ı dinleyince sormayız. Bu şahsiyet ifadesini “hepsi birbirine benziyor” diye algılamak ve empoze etmek hafif tabiri ile insafsızlıktır. (28:00)

Bakup cemâl-i yâre çağırıram dost dost,

Dil oldu pâre pâre çağırıram dost dost.

Mescid ü meyhânede hânede virânede,

Kâ’be’de puthanade çağırıram dost dost.

Geldim cihâna garib,  oldum güle andelib,

Her dem ciğerim delib çağırıram dost dost.

Geldim o dost ilinden koka koka gülünden,

Niyâzî’nin dilinden çağırıram dost dost

Niyazî-i Mısrî Hazretleri

Beste: Doğan Ergin

Nutku şerifinden bahse vesile olduğu için niyaz ederiz ki Doğan Ağabey’e de Hz. Pîr’in şefaati erişsin.

Burada çok önemli bir şey var:

Mescid ü meyhânede hânede virânede,

Kâ’be’de puthanade çağırıram dost dost.

Şimdi bazı insanlar var ki Sünnet-i Peygamberî’den haberleri yok, kendi kendilerine bir din icat etmişler. Sen namaz kılmıyorsun, sana selam vermem, sen içki içiyorsun sana selam vermem. Onlara bir tavsiyem var, arasıra aynaya bakıp sorsunlar sen kimsin diye! Hazret-i Peygamber Aleyhisselâtu Vesselâmın ilk muhatapları kimdi? Putperestlerdi… Sen namaz kılmıyorsan, içki içiyorsan günahkar olursun, Allah’ın affına kalmış, putperest değilsin, kafir değilsin. Sana selam vermeyen kendini Peygamber’den yüksek mi sanıyor da sana selam vermiyor?

Efendimiz hicret buyurmadan önce namazın kıblesi Kudüstü, fakat Kabe avlusunda namaz kıldığı zamanlarda Efendimiz önünde Kabe olacak şekilde Kudüs’e dönerdi. Peki o zaman, Kabe’de hala putlar var mıydı? Vardı… Sonra hicret vaki oldu, Medine’ye hicret ettiler. Ve ayet geldi, Allah o ayette içinde putlar olan Kabe’ye “Mescid-i Haram” yani muhterem mescid demiştir. Ondan sonra Mekke fetholuncaya kadar içinde put dolu olan Kabe’ye doğru secde edildi. Demek ki bizim zannımız gibi değil işler. Allah’ın temiz kıldığı yere bir takım kafirler, müşrikler put koydular diye mübarekliği, yüceliği kirlenmiyor.

İnsanın gönlüne koyduğu, nefsinin koyduğu putları da gelir bir Muhammedî el yıkar, temizler. Ama kalp kirlenmez. (38:50)

Bu aklu fikr ile Mevlâ bulunmaz

Bu ne yâredir ki merhem bulunmaz

Kamunun derdine derman bulunur

Şu benim derdime derman bulunmaz

Yusufum kaybettim Ken’an ilinde

Yusumun bulunur Ken’an bulunmaz

Deryalar içinde susuz gezerim

Beni kandıracak umman bulunmaz

Aşkın pazarında canlar satılır

Satarım canımı alan bulunmaz

Yunus öldü diye sala verirler

Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez

Hazret-i Yunus Emre

Son zamanlarda bir hastalık zuhur etti, kültür hastalığı. Büyüklerin sözlerini değiştirmek, akılların ermediklerini çıkarmak, kendilerine mahsus kılık kıyafet giydirmek… Bütün eski kaynaklarda, Osmanlı zamanında basılı olanlarda ve el yazmalarında

“Yunus öldü diye sala verirler

Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez”

diye yazıyor. Ama bunu değiştirmek lüzumunu hissediyor bazı echeller. Hayvanı sığır eşek falan zannediyorlar, cahil bile değil, echel. Hayvan demek onların zannettiği gibi değildir, hayvan kendi iradesi ile alakalı olmadan yaşamak fiiline denir. Allahu zü’l Celâl’in “Hayy” ismi ismi şerifinin tecellisidir.

İnsanı insan yapan şeyler Allah’ın verdiği akıl fikir ile doğruyu bulmak, en azından doğruyu bulma yolunda olmaktır. Bu asla toprak altına girmekle bitmez. Biraz kitap okusunlar, ilim yolunda çalışıyor ama ömrü vefa etmiyor, onun ilmi kabirde tamamlanır. Kabir demek çukur demek değildir. Seyrü süluktaydı, ecelden aman bulamadı, tamamlatırlar seyrü sülûkunu. İnanmayan ihtisas sahiplerinin kitaplarına baksın.

Hele hele bu insan bir de aşık sıfatını kazanabildi ise ölmez. (52:55)

Ömrün şu biten neşvesi tâm olsun erenler

Son meclisi câm üstüne câm olsun erenler

Şükrânla vedâ ettiğimiz cân-ı fenâya

Son pendimiz ah-lâfa devâm olsun erenler

Câizse Harâbât-ı İlâhî’de de herşey

Yârân yine Rindân-ı Kirâm olsun erenler

Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde

Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler.

Beste: Süleyman Erguner, Güfte: Yahya Kemal Beyatlı

Tedbîrini terk eyle, takdir Hudâ’nındır

Sen yoksun o benlikler hep vehm-ü gümânındır

Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır

Koyma kadehi elden söz Pir-i Mugân’ındır

Alçağa akar sular, pay-i hümâ düş mest ol

Pür çûş olayım dersen Gâlib gibi ser-mest ol

Aşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır

Koyma kadehi elden söz Pir-i Mugân’ındır

Şeyh Mehmet Esad Galip Dede Hazretleri

Bizim dediğimiz şu, hep aynı açıdan bakmak yerine başka açıların da var olduğunu hatırlayın, başka taraflardan da bakabilin meselelere. Tefekkür genişlesin. Keza bizim fikrimiz bu kendi şahsi mütaalalarımızı söylemiyoruz, ilim neyse bildiğimiz kadarı ile onu arzetmeye çalışıyoruz, bizden başkası bilmez demiyoruz… Ama birazcık, bir nebzecik bir yere dikkat çekip kendileri emek verip incelerlerse, okurlarsa, sorarlarsa, tetkik ederlerse kazançları odur, bizim dediklerimiz değil. Onun için tedbir terkedilmesi için söylenmiyor, tedbirine bel bağlama diyor..

Hadis var: “Kul tedbir almakla yükümlüdür, takdir Allah’a aittir.” Hadis-i Şerife ters bir lakırdı söylese Galata Mevlevîhanesi postnişinliğinde tutmazlar. Ben tedbir aldım, netice illa bu olacak kafasını bırak, vazifeni yap, takdire boyun bük diyor hazret… (66:00)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir